Yalpalasak da rotamız Avrasya
Eylül 2009; Türkiye ile Suriye arasında vizeler kaldırıldı.
Star gazetesi, “Vizesiz Bayram” başlığının altına, “Kardeşlik sınır tanımaz. Pasaportsuz geçişe de izin verilsin” yazdı.
İzin verildi...
Pasaportsuz on binlerce terörist Suriye’ye girdi 2011’den sonra.
4 milyona yakın Suriyeli de pasaportsuz Türkiye’ye doluştu.
Yüzbinden fazla masum insan, Evanjelist emperyalistlerin uşağı Siyonist-Selefi terörü işbirliğinde katledildi.
Waşington laboratuarlarında Neo Osmanlı virüsü üretildi.
NeoOsmanlı Davutoğlu, NeoCon Hillary ile ‘çak’ yaptı.
ABD’nin yarı sömürgesi konumundaki bir ülkeden “çakma emperyalist” çıkarılmaya kalkışıldı.
Seçilmiş Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, oldu “Katil Esed”...
Ve son gelinen noktada, Rusya-İran-Türkiye işbirliği de yok olmak üzere.
Suriye Lideri Esad’ın “Hain PYD” açıklamasına, “Terörist Esed” terslemesi geldi ve Rus, İran Büyükelçileri Dışişleri’ne çağrılarak, Suriye ordusunun terörle mücadelesinin durdurulması istendi.
Türk Dış Politikası Avrasya’dan Atlantik’e çarkı başlattı.
Hmeymim’deki Rus üssüne, İdlib’de Türkiye destekli ÖSO’nun kontrolü altındaki bölgeden hava saldırısı düzenlendi.
Sebebi neydi, Suriye ordusunun taarruzu altındaki El Nusra’yı korumak.
El Nusra kim?
Suriye’deki El Kaide.
El Kaide kim?
Afganistan’da ABD yapımı bir Suudi terör örgütü.
Temkinli Putin, saldırı için ‘Türkiye yapmamıştır’ dedi. Rus Savunma Bakanlığı Dron saldırıları esnasında bölgede ABD keşif uçağının uçtuğunu açıkladı.
Ancak Kremlin’den gelen bir açıklama daha vardı ki, o, meseleyi özetliyordu: 29-30 Ocak’ta Rusya’nın Soçi kentinde yapılacak Suriye görüşmelerinde, Putin-Erdoğan-Ruhani görüşmesi olmayacak.
Seviye düşüyordu yani.
Putin-Ruhani ve Esad, ABD’ye ‘Suriye’den defolmasını’ söylerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Elazığ’da “Bölge politikalarımızı ABD ile yürütmek istiyoruz” dedi.
Ardından Afrin’deki PKK hedeflerine bir iki top atışı yapıldı.
Astana Süreci’nin 3 garantör ülkesinin liderlerinin birbirine güven kaybı yaşadığı açık.
Türk Dış Politikası yalpa yalpa, adeta rüzgar gülü.
Hoş, iç politikada da istikrarlı ne var ki?
Parlamenter sistemin yok edilmesi, yargının Anayasa Mahkemesi’ni dahi takmaması, ya medrese ya ateş pahası özel okul ekseninde, tacizlerle kirlenen eğitim felaket, gericileşen toplumda bonzai-pompalı cinnetlerinin her yeri sarması, hayat pahalılığı, işsizlik, artık kanıksanan yolsuzluklar, devletin liyakatsizlik esasıyla tarikat/yandaş işgali altında çürümesi, üniversitelerin bilim yerine hurafe üretmesi, siyaseten mücadele edilmeyen FETÖ’nün toparlanması (Suçsuz yere FETÖ’cü diye atılan albayın yerine gelen albayın FETÖ’cü çıkması mesela) filan falan...
Hangi birini sayalım.
Sıcak para bağımlılığından vazgeçilememesi, Sarraf olayı ve ekonomik ambargo ve ceza tehditleri, mezhepçi İhvan takıntıları sonucu AKP, Türkiye’yi yeniden Atlantik rotasına çevirme gayretinde.
Hem de 15 Temmuz 2016’daki Amerikan destekli FETÖ darbe girişimi ortada dururken.
AVRASYA BİR TERCİH DEĞİL, ZORUNLULUK
“Hiç kimse kolay olacağını söylemedi. Ama bu kadar da zor olacağını bilmezdim..”
Bu sözleri yazarken Amerikalı folk şarkıcısı Sheryl Crow (*), eminim Türkiye’nin Avrasya sürecinden söz etmiyordu, ama bu ifadeler bana Türkiye’nin durumunu çok iyi anlatıyor gibi geldi.
Türkiye’yi yönetenler ile, Türkiye’nin mecburiyetleri aynı değil.
Türkiye, artık Batı kampına daha fazla meze olamaz, daha fazla intihar edemez.
Savaş ve terörden başka bir şey getirmeyen ABD emperyalizmi, son 70 yılda ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında 10 milyondan fazla insanın doğrudan ölümüne yol açtı.
Dolaylı olanları sayamayız bile.
Euripides, “Tanrılar birini yok etmek istediklerinde önce onu çıldırtırlar” der.
ABD, önce yavru Bush, son olarak Trump ile bu çıldırmayı yaşıyor.
2018 baharında Trump eğer görevden alınamazsa, ABD’de siyasi parçalanma başlayacak.
Amerikalı gözü dönmüş generaller atom bombası lafını sık eder oldu, bu da bir başka çıldırma!
Çin Halk Cumhuriyeti ise dünyaya savaşla değil, karşılıklı kazanca dayalı işbirliğiyle (İdai İlu) erişmeye çalışıyor.
Çin ile ittifak halindeki Rusya Federasyonu da, 13 milyon küsur kilometrekarelik toprağını korumanın derdinde.
AKP ne kadar barış çubukları uzatırsa uzatsın, ABD’nin yeni hedefi açıklandı: İran, Pakistan ve Türkiye.
Bölgedeki sabıkaları yüzünden Avrasya’da zaten fazla itibarı olmayan iktidar, bu son hamlelerle iyiden iyiye güven kaybına uğruyor.
Türkiye’yi artık kimse yeniden Atlantik’e bağlayamaz.
Ne esasen bir ABD projesi olan AKP, ne Batı aşığı Y-CHP, ne de 1980’lerin Amerikancı liberal ANAP-DYP’sine öykünen İYİ Parti.
Türkiye’nin rotası artık Asya’yadır.
Gericilik, bölücük ve devleti çürüterek ranta dayalı yolsuzluk bir Atlantik projesidir.
Daha kolay sömürmek içindir.
Avrasya’da ise kamuculuk, halkçılık, planlama ve birlikte kalkınma ile kardeşlik ruhu var.
Büyük Atatürk’ün altı oku var.
Bölge merkezli dış politika ve mazlum milletlerin dayanışması var.
Türkiye, elbet bir günde Avrasyacı olmayacak.
Ancak, 2015’in 24 Temmuz’u (Amerikancı PKK’ya karşı) ve 2016 15 Temmuz’u (Amerikancı FETÖ’ye karşı) sonrası bu büyük yolculuk başladı.
Çünkü Avrasyacılık artık bir seçenek değil, bir mecburiyettir.
Türkiye, Vatan Partisi ve benzeri Avrasyacıların öncülüğünde, bir gün mutlaka oradaki şerefli yerini alacak.
Sheryl Crow’un şarkısının devamıyla bitirelim yazıyı:
“Hiç kimse kolay olacağını söylemedi. Hiç kimse bu kadar yol alacağımızı da bilemedi”
(*) Sheryl Crow şarkısı: “No one said it would be easy” (1996)