Yanılmak ‘Erdem’ tersi dinozorluk -(TAMAMI)

Kimi Kof Adam’a göre yanılmak ve durmadan yanılmak ve yanıltmak en büyük erdem. Yanılmamak, yanıltmamak ise “dinozorluk.” Allah yanılmayanlara acısın!

Buradan seri üretime de geçebiliriz: Dönmek, para için, pul için, makam ve koltuk için, üç buçuk attığı için, zamanın ruhuna uymak için, zamanın ruhuna ters düşmemek için dönmek, çok yakışıklı ve trendy!

Tersi ise sadece dinozorluk değil, amfibik dinozorluk!

Ama madem ki onlar hiç dönmediğim, dönmeyi beceremediğim için bana “dinozor” ve “hödük” diyorlar. Ben de onları “Kof Adam”lıkla vaftiz ediyorum.

Ama tamamının biyobibliografilerini alt-alta, üst/üste toplasanız, benimkinin dipnoti bile etmez!

Epiktetos

Antik Yunan filozoflarından biri olan Epiktetos acıları izafi, yani rölatif olarak görür. Bu iddiasında samimi olup olmadığını merak eden bir Yunan muzip, Epiktetos’un kolunu yakalayıp geriye doğru bükmeye başlar. Epiktetos’un tepkisi, “Kıracaksın” olur. Adam bükmeye devam eder ve kol çat sesiyle kırılır. Epiktetos, “Demedim mi? Bak kırıldı” der. Yani, acıdı demez ve tezini ispat etmiş olur.

Evet. acının büyük bir çoğunluğu görecedir. (izafidir) Bizim dünyaya bakışımızın sonucudur. Halbuki acı diye algıladığımız olayların, etkilerin ve olguların bu hayatın içindeki doğal ve sıradan unsurlar olduğunu kabul edersek acılarımızı azaltabiliriz. Mesela, ölüm bize acı gelmektedir. Ama her zaman da olup gitmektedir. Yani önlemenin olanağı yoktur. Öyleyse ölümü hayatın devamı olarak görüp rahatlamak gerekmez mi?

Hayır gerekmez

Dinlere göre, hayat ile ölüm, bu dünya ile öteki dünya ayrı evrenlerdir ama ölüm hayatın devamdır. Dinsel olmayan dünya görüşüne göre hem devamıdır hem değildir. Sorun bu yazının boyutlarına sığmayacak kadar derin felsefi ve teolojik boyutlara sahip.

Zamanın ruhuna uygun davranan dönek için herhangi bir etik ve ahlaki sorun söz konusu değildir. Oysa, terazide eksik tartmak, paranın üstüne eksik vermek, görevde iltimas yapmak, rüsvet almak ahlaksızlıktır, suçtur, utanç vesilesidir, ama bir gazete yazıcısının, bir siyasetçinin yeteneksizliği, yetersizliği ya da çıkar ilişkisi dolayısıyla yanılması ve yanıltması bir suç, bir kusur, bir eksiklik ve utanç vesilesi değildir. Düşünce ve saf değiştirmesi de öyle. Tam tersine, zamanın ruhunu uygun davranmak, sekter ve saplantılı olmamak, hoş görülü olmak!...

Olacak iş mi bu?

Bir örnek

Bunlardan biri (adı gerekmez ve anmaya değmez), muteber bir kof adam, gazete köşesinde “Yeni anayasa süreci bitiyor ve biz aldatıldık” başlıklı bir yazı yayınladı. Bir yerde “Siyasi partilerimiz hiçbir konuda anlaşamadıkları için, yeni anayasayı yapmada başarısız olacaklar” diyor. Demek ki, yeni bir anayasa yapmak özel amacıyla oluşmamış bir TBMM döneminden, bir kurucu meclis gibi, yeni bir anayasa yapmasını bekliyormuş ve bunu doğal karşılıyormuş.

Aslında, mevcut TBMM’nin mevcut anayasayı kaldırıp yerine yeni bir anayasa yapması usulune uygun olmadığı gibi, oluşumundan dolayı mümkün de değildi. Nitekim bir çok konuda anlaşamadılar. Böyle bir durumda, anayasanın bir kurucu meclis tarafından hazırlanması ve halk oyuna sunulması gerekmez mi?

Partilerin kendi aralarında, bazılarının da kendi içlerinde anlaşmazlığa düşmelerini şaşkınlıkla karşılıyor. Bunda şaşıracak ne var? Zaten böyle olması doğal. Anayasalar adil olsa bile herkesi memnun etmez. Önemli olan “öznel” değil “nesnel” olmasıdır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti anayasasında Türk ve Kürt adlarının devletin kurucu ögesi olarak yer alması, kurucu kimliklerin tanımlanması tam anlamıyla saçmadır. Çünkü nesnel değildir!

Adını anmayı gerekli görmediğim, aynı zamanda bir sivil toplum kuruluşu ve bir bilim kurulu ileri geleni olan yazıcı, sonunda, anayasa çalışmalarının çıkmaza girmesinin gerçek nedenini utangaçlıkla açıklıyor:

“Biz çalışmaya başlarken, yeni anayasa sürecinin ortasında, AK partinin ‘Başkanlık Sistemi’ önerisiyle geleceğini bilmiyorduk.”

Demek ki, AKP “Başkanlık Sistemi” bombasını atmasa anayasanın çıkacağına safça inanıyormuş.

Peki, BDP’nin özel isteklerinin MHP tarafından kabul edilebileceğini mi sanıyordu?

AKP’nin değiştirilmesi mümkün olmayan, değiştirilmesi önerilemeyecek anayasa maddelerini kaldırmak, en azından değiştirmek istediğini bilmiyor muydu? AKP’nin laiklik ilkesinin anayasada yer almasına karşı olduğunu, laiklik ilkesini yok edecek din ve vicdan özgürlüğü tanımlarının metne girmesini istediğini bilmiyor muydu?

İstediğini elde edemeyeceğini gören AKP, başkanlık sistemi önerisini araya sokarak işi saptırmak cingözlüğü yaptı.

Bunları tahmin etmiyor muydu, beklemiyor muydu?

Bu gerçekleri görüp yazanlara, utanmadan, askerci, statükocu ve dinozor muamelesi yaptılar. Bunların göremediklerini görenler, önce seçim ve partiler yasaları adilce, demokratikçe değiştirilsin; seçim barajı kaldırılsın, en azından AB ülkeleri düzeyine indirilsin diye yazıp konuştular.

Anayasa’dan çok önce bu iki yasanın ve bazı anti demokratik yasaların değiştirilmesi gerekli ve zorunludur. Kolaydan zora doğru ilerlemek, zoru öne almaktan daha akılcı değil mi?

AKP, laik Cumhuriyet’i içine sindirmeden ne anayasa değişir, ne seçim ve partiler yasaları değişir, ne de baraj iner. Aynı durum MHP için de söz korusu. BDP’nin tanımlanmış kimliğin anayasaya girmesinden başka bir derdi yok. Ama anayasa çıkmazsa faturayı CHP’ye ödetirler. Bu nedenle, artık, seçim ve partiler yasalarını, seçim barajını gündeme getirmeli!