Yanıt rüzgarda uçuyor…
15 yaşımdan beri, İngilizce şiirler yazabildiğim, okuyabildiğimden beri, bu adamın peşini kovaladım. Londra, İstanbul, Memphis, Nashville, Münih ve şimdi de Oxford’da… Gençliğimde Londra’da, yıllar önce İstanbul’da, sonra Memphis ve Nashville’de, hatta New Orleans’da, en son Münih’te ayak izlerini aradım, onu capcanlı dinledim. Yaklaşık on yıl önce bir sonbahar onun peşi sıra Münih’e gittim, bu defa o bana geldi, Oxford’a, uzansam dokunabileceğim yakınlıkta...
Sonbahar bütün güzelliğiyle Oxford’da. Yapraklar sarı, kırmızı, kahverengi; adeta bir halı olmuş yerde. Bazıları yerde uçuşurken bazıları hala ağaçların dallarına tutunmuş, bırakmıyor ağacını. Ağaçlar sarı, kırmızı, kahverengi ve yeşil tonlarıyla gri gökyüzünü boyuyor. Ara ara ara bulutlar açılıyor, ucundan bir mavi gökyüzü görününce insanın içini ufacık da olsa bir umut kaplıyor…
Hiç durmadan düşünen dimağım yıllardır bulamadığım soruların yanıtını ararken yalnız ben koşmuyorum peşinden bu adamın… Benim gibi onu seven, peşini kovalayan binlerce Oxford’luyla geçen akşam onun peşini kovalıyor, “yaşam”a yanıt arıyorduk...
Atmış yıl öncenin yeniyetme, yaramaz, zeki, yetenekli delikanlısı Minnesota’lı, doğuştan Yahudi, sonradan Hıristiyan Robert Zimmerman, şairane ruhuyla peşini kovaladığı şair Dylan Thomas’ın adını kendine soyadı edinip Bob Dylan oldu olalı döktürdüğü yüzlerce şiiri (liriği), besteleri, çizdiği resimlerle peşinden koşturdu bizi dün akşam yine…
Her zamanki gibi sahnede dimdikti, şapkasıyla, bir piyano arkasında, 2 saat ara vermeden çaldı, söyledi, ayakta… Sahnede seksi görünüşlü, yüksek topuklu, yarı-çıplak, mayolu, dans eden, bedenini sergileyerek dikkat çekmeye çalışan Madonna benzeri kadınlara ihtiyaç duymadan kendi başına oradaydı. Ayrıca yanıp sönen kırmızı, pembe, yeşil, mavi ışıklar ve sahneden yükselen dumanlar da yoktu.
Değişmeyen sabit sarı ışığın altında gücü müziği, sesi, bestesi, şiiriydi. Yalnızca sahnede ona müziğinde dans etmeden, kırıtmadan eşlik eden beş erkek ile (gitar, davul, keman, viyolonsel, flüt) “yanıt rüzgarda” diyordu, altmış yıldır, taa Vietnam savaşından beri. 81’lik Dylan 110 dakika ayakta, ağzında mızıkası ve hiç değişmeyen sesi ile yorulmadan söyledi, binlerce Oxford’lu nefesini tutmuş, koltuklarını bırakmış ayakta saygıyla onu dinledi, benimle birlikte…
Hiç durmadan gece gündüz çalışan, düşünen, üzülen zihnim peş peşe sorular sıralıyor, yanıtını arıyor:
İstanbul’daki PKK bombası neden? O çocuklar ve gencecik anne babaları neden öldü?
Ukrayna-Rusya savaşı neden?
Suriye, Irak, Libya, Somali ve benzerlerindeki karmaşa, sömürü neden?
Para, petrol, güç bu kadar mı önemli?
Neden polis ve askerlerimiz şehitler?
Neden Kaddafi halkının tekmeleriyle yaşamını bitirdi?
Neden insanlar açlıktan ölüyor?
Neden tam tersine Amerika’da obezite ve depresyon en büyük problem?
Neden İstanbul ve İzmir’deki depremde betonu demiri eksik binalar çöktü, insanlar öldü?
Neden, neden, nedenlerin sonu gelmiyor zihnimde…
Dylan’ın dediği gibi, “yanıt”, rüzgarda mı uçuyor?
Yanıt nerede, nerede?
“Ağır bir yağmur yağacak mavi gözlü oğlum” diyor Dylan o paslı sesiyle. (A hard rain is gonna fall, my blue eyed son)
50 yıldır yağa yağa bitmedi mi bu ağır yağmur? Para, güç neden hep humanitenin önünde? 100 küsur yıl önce Batı’da Kant, Hume aydınlanma devriminde humanite demişler. Nerede? Halkının tekmeleriyle ölen Kaddafi’nin Libya’sında mı, Somali’nin açlıktan ölen çocuklarında mı, ABD’de yaşayan şişman, mutsuz, yalnız insanlarda mı? Sürekli yalan söyleyip insanları tüketen iki yüzlü Batı’nın tek dişi kalmış tutumunda mı?
Dylan “ağır bir yağmur yağacak” derken 60 yıl önce söz ettiği dünya hala bugünün dünyası sanki. “Renk siyah, sayı hiç” diyor Dylan tüm şiirselliğiyle…. (Where black is the colour, none is the number)
Ukrayna ve Rusya’da insanlar ölürken 81 yaşındaki Dylan, 365 günün yaklaşık 200 günü dünyayı dolaşarak, kadın olmayan, ışıkların yanıp sönmediği bir sahnede paslı sesi, mızıkasının ve şiirlerinin gücüyle, dimdik ayakta ve ciddiyetle barış için söylüyor. O söylüyor, ben de yıllardır onun peşi sıra dolanıp, huşu içinde onu dinleyip, hayal içinde bana bir gün sorularımın yanıtını vermesini bekliyorum…
Acaba onu bir daha görebilecek, dinleyebilecek miyim?