Yapay Zeka

Bizim memlekette Aydınlık dışında başka gazetede yer bulmadığına bakmayın, dünyanın geri kalanında büyük teknolojik ilerlemeler eşliğinde gelecek projeksiyonları yapılıyor. Gelişme aşamasındaki buluşlardan, hatta henüz icad edilmeyen ama öngörülenlerden yola çıkılarak gelecek tasavvurları yapılıyor.
Gıda kaynakları bu kadar azalırken ve aynı anda nüfus bu kadar artarken gelecekte nasıl besleneceğiz? Metabolizmamız üzerinde ne gibi değişiklikler olmalı? Nasıl yiyecekler bulunacak ya da yiyecekler nasıl üretilecek? Yakında yine Aydınlık sayfalarında okuyacaksınız. Sonra bir süredir takip ettiğiniz yapay zekâ var... Nerelerde kullanılacak, meselâ devlet yönetiminde analitik görevleri olacak mı? Ne bileyim meselâ cumhurbaşkanına, “Efendim, Suriye politikası şu biçimde olmalıdır” diyecek bir makina olacak mı? Çünkü bunu yapan, ya da doğru yapan insan yok. İhtiyaç yani... Ya da üretimde nasıl yer alacak insan mı onu yönetecek o mu insanı, insanlık bolluk toplumu mu olacak, köle toplumu mu?
Aydınlık’ta çok sayıda aydın, bilim adamı, sanatçı ve yazar bunu tartışıyor.
Bütün bu tartışmalar gelecek ile ilgili, yani çocuklarımızın yarın yaşayacakları dünyanın tartışması bu. Peki, çocuklarımızı o dünyaya hazırlayacak olan eğitimi vermekle görevli Milli Eğitim Bakanlığı’nda durum ne?
Bakın anlatayım.
Meselâ çeşitli tarikat ve cemaatlerin kurduğu vakıflarla okul ve okul öncesi eğitim merkezi açma anlaşmaları yapıyor. Buralarda çocuklara, kadının nasıl olup da erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığını anlatacaklar, çünkü biyolojinin temeli olan evrim okul müfredatlarında artık yok... Yerine yapay bilim var hamdolsun.
Bu tarikat ve cemaatlerin daha cumhuriyetin ilk yıllarında çıkardığı Şeyh Sait isyanı, Menemen olayı okul kitaplarından çıkarılmış, padişahın İngilizlerle işbirliği yaptığı gizleniyor. Ee yapay tarih de var...
Oğlum anlatıyor, din dersi öğretmeni derste cinlerin kabileler halinde yaşadıklarını, evlendiklerini, hatta insanlara da aşık olabildiklerini anlatıyormuş. Yani, bir yandan karma eğitime karşı çıkarken, diğer yandan cinlerin cinsel hayatlarını öğretiyorlar. Bu arada elbette Atatürk ilkelerine ayrılan yerler azaltılıp laiklik ile ilgili anlatımlar yok ediliyor. Hatta laiklik ahlâksızlığın kaynaklarından biri olarak anlatılıyor. Bu yapay eğitimle bir de yapay nesil yetişti mi? Ne yapacağız yapay zekâyı zaten... Zekânın doğalına hasretken...
Yarın dünyanın geri kalanı meselâ kendi kendine yetişip, kendi kabuklarını soyarak kendi kendine sofraya gelen elma üretebilir, hiç önemi yok biz de parasını verir yeriz. Önemli olan helal sertifikası var mı, yok mu? Hatta sofraya en hızlı gelen elmayı seçen tv yarışma programlarımız bile olur.

LİSAN-I MÜNASİP

Böyle bir yazı için en münasip başlık bu...
Tayyip Erdoğan, Atatürk’ün İş Bankası hisselerine el koymak için şu gerekçeyi ileri sürdü: “CHP, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü suistimal ederek, onun Cebi Hümayunundan dediğim, İş Bankası hisselerinin yüzde 28’inin sahibi durumunda.”
Dikkat, “cebi hümayun.”
Hazine-i hümayun dese anlarız, artık sarayda oturuyor ya... Ama cep diyor, argo. Cepçilik diye bir şey vardır sokak dilinde, oradan geliyor. Devlet adamı dili değil.
Sadece kendisi mi? Sözcü İbrahim Kalın basın toplantısı yapıyor, MHP ile ittifakı soruyorlar, bu da cevaplıyor: “Nasıl bir modelite oluşacağını göreceğiz.”
Dikkat, “Modelite...” Reis’ten biraz daha havalı, ama bu da devlet adamı dili değil.
Damadın ekonomi izahlarını dinleyin, fazlası var, eksiği yok...
Ne diyeyim, üslub-u lisan aynıyla insan.

AYDIN KİRLENMESİ

Aslında FETÖ ya da PKK ile hesaplaşmadan çok daha önemli ve öncelikli bir hesaplaşma yapmalıyız... Bu memleketin sözde aydın/yazar/gazeteci geçinen, Amerikan borazanları ile...
Ergenekon zamanıydı, bunlar ekranda darbeleri anlatıyor o kumpas davalara alkış kıyamet destek veriyorlardı. Abant Platformu’nun ya davetlileri ya destekçileri idiler...
Sonra biz çıktık, bunlar yine ekrandaydı, bu kez de kumpası anlatıyorlardı. Sonra kardeşim, FETÖ operasyonları başladı, ardından 15 Temmuz oldu operasyonlar derinleşti, yine bunlar. Ama bu kez de FETÖ’nün ne dehşetli bir örgüt olduğunu anlattılar...
Fırat Kalkanı var bunlar anlatır, Afrin’de ne olacağını bunlar... İş o noktaya gelmişti ki, Çapa Tıp Fakültesi öğrencileri Afrin’de yürütülen askeri harekat ile ilgili olarak bir konferansa davet etmişlerdi, rektörlük “asker olmaz, başkasını çağırın” diye izin vermemişti... Bilemedik, nalbur mu anlatacaktı askeri harekatı? Oysa bu her halttan anlayan tiplerden biri olsa hemen açarlardı kapılarını.
Dünyanın gündemi İdlib, Tahran Zirvesi ve Reyhanlı saldırısı failinin yakalanması.
Yine bunlar kardeşim, bütün ekranlarda. Bir ankesörlü telefon gibi Amerika’nın sesini taşıyorlar kitlelere... İkna yetenekleri, Amerikan savaş makinesinin en güzide silahlarından biri... Tıpkı dün olduğu gibi.
Kimyasal tezgahın pazarlamacıları, gel gel yapıyorlar bağıra çağıra... Dillerinde barış, dillerinde hak, bütün mazlum milletlerin başı dik yaşama ve egemenlik haklarına tecavüz ediyorlar ulu orta.
Bir de bunun karşı tarafı var. Her şeye karşı... Tayyip Erdoğan düşmanlığı gözülerini kör etmiş, memleketin yararına olacak işlere bile muhalefet etmeyi bir yöntem haline getirmişler. Algıları kapalı. 15 Temmuz ihanetine tiyatro dediler, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatlarına karşı çıktılar, PKK’ya karşı komşularla işbirliğine bile karşı duruyorlar, sırf Tayyip Erdoğan yapıyor diye.
Türk aydını kendi içinde bir hesaplaşma yapmak zorundadır artık. Bu rezalet, bu pespayelik nereye kadar?

PSİKOLOJİ

Damat başa çıkamayıp da, ekonomi ortada kalınca, psikolojik olarak her önüne gelen sahiplenmeye başladı. En son Adalet Bakanı Abdülhamit Gül psikolojik bir açıklama yaptı: “Ekonomik sıkıntılar rasyonel değil, psikolojik.”
Konuya el atmayan bir tek psikologlar kaldı, hepsini göreve davet ediyorum. Düzeltmeleri gereken çok şey var.

BEN YAPTIM

Gazetelere, ABD’nin PKK/PYD’ye 250 TIR daha silah verdiği haberleri düşerken, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın çıkmış, “Bir yandan ABD ile Münbiç’teki işbirliği devam ederken, diğer yandan YPG ve PYD’ye askeri, siyasi ve medya desteği vermek kabul edilemez” diyor.
Haklı... ABD ile Münbiç mütarekesini de ben imzaladım zaten. Bunlar beni uyardılar o vakit, “Etme tutma, git Rusya ve Suriye ile anlaş, ABD ile Münbiç’te anlaşma yapmak PKK’ya destek olmaktır” dediler. Ama ben dinlemedim kardeşim, attım imzayı.
Zaten Erdoğan da benim bu hatamı düzeltmek için randevusuz mandevusuz ABD’ye gidiyor, Trump’ın kapısında bekleyecek; acaba bir görmek kısmet olur mu diye...

HİBE

Bahşiş Farsça’dan geçme. Bahşetme, karşılıksız verme anlamında, biri veriyor. Hediye, Arapça’dan, geçme. O da yol armağanı, ya da yola çıkmadan önce kesilen kurban anlamına geliyor, burada da bir veren var. Armağan ise Türkçe, ganimet payı, doyumluk demek, burada eşitlik var. Bir savaşın ortak ganimetlerinden düşen pay anlamına geliyor.
Katar emiri o uçağı armağan ettiyse, hangi savaşın ganimetidir? İhsan ettiyse hangi hizmet karşılığındadır?
Aklıma Erdoğan ve Gül’ün bir otelde ayağına kadar gittikleri Suudi Kralı geldi. Basın aylarca bavullarla verilen hediyeleri yazmış, dönemin İzmir Barosu Başkanı yazılı başvuru yapmıştı, neler verildiğini öğrenmek için.
Bir devletin prestiji vardır, her uzatılan alınır mı? Bu bir kültür meselesidir, bu bir devlet geleneği meselesidir. Bilmek, içselleştirmiş olmak gerekir. Yazıktır bu binlerce yıllık devlete...