Yapıcı saldırganlık
ABD Başkanının ülkemizi “soykırımcılıkla” suçlaması yaratıcı yıkıcılığın manevrasıdır.
Çanakkale’de ölüm-kalım savaşındaydık… 18 Mayıs 1915’te Van’da isyan başlattılar.
130 bin kilometre kare İmparatorluk toprağında huzur ve güvenin ‘yolculuğu’ başlatıldı.
Zorlu koşullarda Osmanlı, bir milyon beş yüz seksen altı bin Ermeni’nin güvenliğini sağladı.
Tarih ve devletler arşivleri teyit eder: 1915’te emperyalizme karşı “vatanımızı savunduk”.
Her “24 Nisan”da olduğu gibi bu taşlı pilavı bu kez Biden servis etmeye çalışıyor…
Hrant Dink hayatta olsa yanıtı verirdi, ancak artık biz de, yapıcı saldırganlığa geçmeliyiz.
SESLENİŞİMİZ GÜÇLÜ OLMALI
Belgelerin, resmi açıklamaların ötesine geçmeli, özellikle yeni nesillerin iletişim dünyasında “yumuşak gücümüzü” seferber etmeliyiz… Geçenlerde “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisi TV’den yayınlanmaya başladı. Kıbrıs Türkünün haklı davasının güncel anlatımına büyük katkı sağladı… Sözde Ermeni soykırımı iddiaları karşısında, gerçekleri işleyen sinema filmlerine, dizi filmlere, güzel sanatların diğer alanlardaki verimine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Türkiye, tarihin arka odalarında savunmada kalamaz; Batı Trakya Türklerinden Irak’taki Türkmenlere, Boşnaklardan gurbetçilerimize, bu vakar ulusun tarih boyunca çektiği çileleri anlatmalıyız. Bunu yaparken Cumhuriyetimizin “eşit yurttaşlık” anlayışı ve inancımızın insancıl ve hakça özü, sesimizi ve seslenişimizi güçlendirecektir.
TÜRKİYE KAZANDI! TÜRKİYE SAHİP ÇIKMALI
Bugün “soykırım”, yarın ‘Patrikhane’, diğer gün Kıbrıs; velhasıl her daim üzerimize gelenler olabilecektir… Sınırlarımızın yamacında toprak bütünlüğümüzü koruma savaşımızın yanısıra, ekonomimiz üzerinde manipülasyonların tahripkar etkisinin anaforunda olduğumuz bir çevrimde, her zamankinden daha fazla bir özenle ulusal birliğe ve bütünlüğe sahip çıkmamız gerekmektedir. Milli meselelerde “sağ / sol” olmayacağı gibi, “senden”, “benden” ayrımı da olmaz; olmamalıdır. Örneğin, sözde Ermeni soykırımı yalanına karşı, Doğu Perinçek ve arkadaşlarının AİHM nezdinde kazandığı davalara sahip çıkılmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, o davlara ilişkin hükümlerinde; “Ermenilerle ilgili bir soykırım olduğu yargısına varılamaz” diyor, hukuk mantığına göre “soykırım yoktur” diyor ve ekliyor; “Ermeni soykırımı yoktur demek düşünce özgürlüğü kapsamındadır”.
Her iki tespit, bir anlamda hukuku siyasetten “bağımsızlaştırıyor”, tarihi de özgürleştiriyor ve aslında yalnız dünyanın her yerinde yaşayan Türklere değil, Türkiye’de yaşayan vatanına bağlı Ermenilere de ferahlık sağlıyor…
İşte bu kazanım, çok partili yaşamımızda Kıbrıs Barış Harekatına benzer bir zafer olarak beliriyor… Kıbrıs harekatında nasıl ki askeri, siyasi, diplomatik boyutuyla bir zafer kazanmışsak, sözde Ermeni soykırımı iddiaları karşısında da hukuki ve siyasi ve de diplomatik veçheleri de olan bir zafer kazanmış bulunmaktayız…
Özde “Doğu Perinçek-İsviçre davasını”, Türkiye kazanmıştır; Türkiye, sahip çıkmalıdır.
SİYASİ İFTİRAYA EKONOMİK CEZA KESİLMELİ
Bu aşamadan sonra ABD Başkanın duruşunun hukukla uzaktan yakından bir ilgisi kurulamayacağı çok açıktır. Yaptığı siyasal bir iftiradır. Bir tür “nefret” dilidir ve ancak buna siyasi yanıtlardan öte en etkin yanıtların ekonomi temelinde verilebileceğini düşünmekteyim. Anladıkları dil, “ekonomi”dir…
Bu bağlamda, Türkiye, swit dışı uluslararası para transferi arayışlarına katkı yapmalı, milli paralarla ticaretin geliştirilmesi çalışmalarına katılmalı, Şangay İş Birliği Örgütü içinde “tam üyeliği” ele almalı, F-35 programından çıkarılmamız nedeniyle ABD’den alacağımız için mahkeme yoluna gitmeyi düşünmelidir. İlk etaptaki bu tedbirleri, Amerika’nın özellikle tarım desenimizi ve gıda güvenliğimizi bozabilecek (örneğin yapay tatlandırıcı benzeri) yatırımları varsa, buraların kamulaştırılması, izleyebilir…
Son olarak elbette siyasi alanda da birkaç söylemek gerekebilir: Bu son “hamlelerine” yanıt verecek iki anahtar -ülke- vardır: KKTC ve Suriye… Türkiye, KKTC’nin devletler nezdinde tanıtılması için gereğini yapmalı, Suriye hükümetiyle en üst düzeyde doğrudan ilişkilerini dosta düşmana ilan etmelidir… Bu “iki anahtar” iki büyük kapı açar:
Birincisi, Doğu Akdeniz’de, mavi vatanda haklarımızı güvence altına alacak, ikincisi, PKK’yı bitirip sınır güvenliğimize katkı sağlayacak -o arada güneydoğu ve doğudaki kentlerimizde komşu ülkelerle ticaretin bereketini sofralarımıza taşıyacak- gelişmelerdir.
23 NİSAN EBEDİYEN 24 NİSAN’I YENECEKTİR
Akıllara durgunluk veren alçaklıklara, akılla ve ulusal birlik içinde karşılık vermeliyiz.
Son olarak;
Biden’ın yalanları ve hezeyanları 24 Nisan tarihini taşıyor!
Bir gün önce Türkiye, 23 Nisan’ı kutluyor.
24 Nisan emperyalist yalanlarına ait bir tarih olarak belirirken ve gitgide sönümlenirken; anti-emperyalist niteliğiyle ve Anadolu devrimiyle 23 Nisan, göklerdeki ay yıldız gibi parlıyor ve sonsuzluğa yürüyor…
Tarih önünde haklılığıyla, insanlık önünde saygınlığıyla ve çağdaş dünyanın insancıl sosyal yeni dünya düzeni arayışlarıyla; “23 Nisan”, “24 Nisan”ı, dün ve bugün olduğu gibi, her daim yenecektir!