Yarayı kaşımadan-(TAMAMI)

Bu ülkenin halkının sahibi olduğu Cumhuriyet’i, onun yarattığı demokratik rejimi yozlaştırmak, içini boşaltmak isteyenler, hayret verici bir biçimde Gazi’ye saldırıyorlar. Osmanlı hayranlığını devreye sokuyor, Osmanlı’nın 40 yıllık Abdülhamit’ini Atatürk’le kıyaslayarak, Ata’yı halkın gözünde küçük düşürme suçunu TV ekranlarında işliyorlar. Daha da geri gidiyorlar ve Atatürk’ün devrimlerini yaparken 2. Mahmut’tan esinlendiğini söylüyorlar. Tarihten örnek almak, yapılan başarılı işleri daha ileriye götürmek suç mu? Atatürk “Kadın haklarına ilk değer veren İttihatçılardır” diyerek Medeni Yasa’yı çıkarmasa mıydı, Latin harflerini kabul etmese, irticanın yolunu kesmese, kadının üstünden tesettürü kaldırmasa mıydı?

Oysa hep araştırır ve yazar dururum ki Atatürk’ün düşünceleri daha askeri okulları bitirmeden biliniyordu. Onun son halife Vahdettin ile yaptığı konuşmaları da kendisine göre yorumlayanlara bakarsanız görürsünüz ki aslında bunlar, tarihin gerçeklerini yazarken, Osmanlı’yı yücelterek, Cumhuriyet’i yerin dibine batırmak isteyenlerdir.

Önce yabancılarla ortaklaşa TSK’yı yıprattılar, darbeci diye bu ülkenin ne kadar aydını, ne kadar bilim adamı varsa Silivri’ye gönderdiler. Bu yetmedi; bu kez askerlere dönerek, yoğun bir psikolojik ve sistematik propagandayla orgenerallere kadar hakkında uydurma dosyalar, bavullar dolusu kasetler ürettikleri vatansever subaylarımızı Hasdal’a kapattılar.

Ordusu olmayan ulus olur mu? Ya da ordusunun yarısı rehin alınmış bir orduda moral kalır mı?

Sonunda bir yasaklar devrini başlattılar. Atatürk’e söverek, İsmet Paşa’yı Hitler’e benzeterek aldıkları yol elhak! Medya yok ki aydınlar kendilerini savunabilsinler, TSK eski TSK değil ki ezeli ve ebedi başkomutanlarını savunabilsinler. Ana muhalefet, yavru muhalefet yok ki Meclis’te hesap sorulabilsin. Orası adeta bir “dikensiz gül bahçesi”.

Nereye gidiyoruz?

Olayı ciddiyetle ve dikkatle algılamak gerekiyor. Bu yapılanlar, daha 1919’da başlayıp 30 Ağustos’ta başarıya ulaşan, 1923’te adı konulan rejimle devam eden bir hesaplaşmadır. Peki, neden 1950’de olmadı da 2002’de türbanla başladı ve irticayı Meclis’e kadar sokarak devam etti? Neden sonra yanına terörü de katarak, adı Atlantik ötesinde konulan “yeşil kuşak-ılımlı İslam-İslam’a örnek olacak demokrasi” daha kapsamlı bir proje halinde tartışmaya açıldı. Başkan Bush işi gücü bırakıp önce Irak’ı kan ve gözyaşına boğdu. Geride 2 milyon ölü Iraklı ve iç savaş kaldı. Neden Başkan Bush bu “Bir Haçlı Seferi’dir” derken, Dışişleri Bakanı İkiz Kuleler saldırısından ya da komplosundan sonra Ortadoğu’da başlayacak hareketin düdüğünü çaldı? Neden Bush Afganistan’ı, Pakistan’ı kana boğarken, Condoleezza Rice isimli zenci dilber “Dünya artık eskisi gibi olmayacak” kerametini ilan etti? Neden Ortadoğu’da 26 ülkenin haritası değişti? Neden kötünün iyisi sanılarak CIA tezgahlarında dokunan Obama kumaşı, kan ve gözyaşı olarak Mısır’a, Tunus’a ve Kaddafi’nin Libya’sına NATO silahlarıyla saldırdı? Tüm bunları emperyalizmin petrol kavgasına dayandırmak yetmiyor. Demek ki dünyayı yöneten küresel bir güç, dünyayı yeniden şekillendirmek istiyor. Kimine silahla, kimine bölgenin gelecek liderliği vaadiyle silahbaşı yaptırıyor. Dünyanın en dost bilinen ülkeleri birbirine düşman oluyor. Ekonomik çıkarlar, o küresel otoritenin tartışılmaz gücüyle, adına ne derseniz deyin ama ne olur, Suriye’ye ya da İran’a saldırmak için Türkiye’nin aldığı rolün neden işe Anayasa’dan başladığını düşünün. Yunanistan ve İtalya durup dururken mi siyasal ve ekonomik bunalımlar içindedir. Tahtları deviren, taçları koparan küresel güç yıkılmadıkça ve “vahşi kapitalizm kendi kanında boğulmadıkça” süper devletlerin işi iş.

Ya bizim gibi, 87 yıllık bir özgürlükten sonra, 2. Dünya Savaşı’nın barut kokularını solumamış ve önderi “Yurtta barış, dünyada barış” diyen, demokratik direnme gücünü bile kullanamayan ülkeler ne olacak?