Yardımcı doçentliğin kaldırılması üzerine bir tartışma
YÖK, “Yardımcı Doçentliğin Kaldırılması” ve “Doçentlik” Süreçleri ile İlgili Sorular başlığı ile bir basın duyurusu yaparak, dolaylı olarak bu alanda yapılması planlanan değişiklikler açıklamıştır. YÖK uygulamaları ile ilgili günümüze kadar yapılan sayısız değişiklik gibi, bu değişikliğin de çok acele ve sağlam bir gerekçeye dayanmadığı görülmektedir. Kırk yılı aşan akademik yaşamı olan ve bu konularda fikirlerini yazılı olarak kamuoyuna duyurmuş biri olarak, görüşlerimi özetlemeye çalıştım. Bu görüşlerin mutlaka doğru olduğunu iddia etmek olası değildir. Ancak en azından kendi içinde tutarlı olduğu gibi Türkiye’de yaşanan gerçekleri yansıttığına inanmaktayım.
Açıklamalardan anlaşıldığına göre, konu yardımcı doçentlik iken, bu arada doçentlik üzerinde de oynanmaktadır. Dünyada, özellikle Anglosakson sisteminde, doçentlik ve profesörlük atamaları üniversiteler tarafından yapılmaktadır. Bir kere bu sistemlerde yardımcı doçentlik diye bir ara kademenin olduğunu da belirtmek gerekir. İngilizcesini yazmaya gerek kalmadan, asistan profesör, yardımcı profesör ve profesör gibi farklı unvanlar vardır. Şimdi Türkiye’deki konuya gelelim. Aslında Türkiye’de YÖK’le beraber bu üç kademeli sistem getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak uygulamada önemli farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bugüne kadar da sayılamayacak kadar çok değişiklik yapılmıştır.
Yeni sistemle getirilmesi düşünülen, profesörlük atamalarının üniversitelere bırakılmasına benzer şekilde, doçentlik yükseltilme ve atamalarının kısmen üniversitelere bırakılmasının üniversite özerkliği ile ilgisi olmayacaktır. Çünkü Türkiye’de özerk olan üniversiteler değil rektörlerdir. Özerklik aslında, konudan bağımsız olarak da ele alınması gereken Türkiye üniversitelerinin birinci sıradaki en önemli sorunudur.
Yardımcı doçentlik meselesi daha da bir gariptir. Aslında yukarda belirtildiği gibi bu unvan ABD ve İngiltere gibi ülkelerde mevcuttur. Konuya teknik açıdan bakarsak; Türkiye’de doktora ve doçentlik diplomaya, yardımcı doçentlik ve profesörlük ise kadroya bağlı düzenlenmiştir. Nitekim Türkiye’de Üniversite’de çalışmayan birisi, doktora ve doçentlik diploması alabilmekte ve bunları unvan olarak kullanabilmektedir. YÖK açıklamasında belirtilenin aksine, halen doçentlik kadrosuna atanmak için yardımcı doçent kadrosuna atanmış olma koşulu da yoktur. Yani doçent diploması olan bir vatandaş tanıdık bir rektör bulursa, üniversitedeki doçent kadrosuna atanabilir.
Yeni sistemde getirilmesi düşünülen ve mevcut yardımcı doçentlerin “doktoralı öğretim görevlisi kadrosu” gibi yeni bir kadroya atanmaları, kaldırılması düşünülen karmaşaya bir yenisini ekleyecektir. Çünkü halen bir kısım öğretim görevlisi doktoralıdır. Böyle olunca, doktorası olan ve olmayan öğretim görevlisi ayrımı ortaya çıkacaktır. Bunun getireceği sosyal karmaşa yanında, akademik açıdan öyle alanlar vardır ki, doktorası olmayan bir uzmanın, özellikle meslek yüksek okulu için istihdamı daha zorunlu ve yararlı olabilir. Konunun iyi değerlendirilmesi gerekir.
AKADEMİK YÜKSELME VE ATAMA İÇİN YAPILABİLECEKLER
| Akademik yükselme ve atama konusunda bilim ve yabancı dil sınav konusu doktora aşamasında çözülmelidir. Yani bir konuda doktor unvanını alan bir kişinin bir daha bir bilim veya yabancı dil sınavına girmesi bilime aykırı olduğu gibi akılcıda değildir.
| Düzenleme tarihinden itibaren geçmiş haklar korunarak, yardımcı doçent kadroları kaldırılabilir (Başka bir anlatımla, mevcut yardımcı doçent unvanına sahip olan elemanlar bu unvanı doçent diplomasını alana veya emekli olana kadar kullanabilirler). Bu durumda bölümler bazında eğitim ve araştırma yüküne bağlı olarak sadece doçent ve profesör kadroları bulunacaktır.
| Yeni sistemde doçentlik, diplomaya bağlı olmaktan çıkartılıp, profesörlük gibi kadroya bağlı hale getirilmelidir. Başka bir anlatımla doçentlik dışarıdan ve üniversite içinden belirli kademelerle alınan belgeye dayalı bir unvan olmaktan çıkarılmalıdır.
| Doktora sahibi bir kişinin doçentlik kadrosuna atanmasında belirli bir süre sınırı olması uygundur (Bazı istisnalar olabilir). İlan edilen doçentlik kadrosuna başvuran kişinin bilimsel yayın ve çalışmaları incelenerek yükseltilmesinin kısmen ve atanmasın da eskiden olduğu gibi üniversitesi tarafından yapılması öngörülmektedir (Ancak, uygulamada üniversite özerk olmadığından atama rektör tarafından yapılırken, buna yükseltmenin bir bölümü de eklenecektir). Atama için yapılacak değerlendirmelerde, yabancı, yerli dergi ayrımı kesinlikle yapılmamalıdır. Kongre ve toplantılar konusunda da yine böyle bir ayırım söz konusu olmamalıdır. Yayınla ilgili baş koşul olarak alanında özgün kapsamlı bilimsel ve özellikle ulusal dilde en az bir yayın yapılması istenmelidir (Buna eskiden doçentlik tezi denilirdi).
| Profesörlüğe atamada 3-5 yıl gibi bir süre sınırlaması ve bu süreyi üniversitede geçirmiş olma gibi bir koşul da söz konusu olabilir. Bilimsel ve akademik değerlendirmede makale ve bildiriler ve yayınlar konusunda doçentliktekine benzer bir uygulama yapılmalıdır (Eskiden profesörlük takdim tezi denirdi).
SONUÇ
Yardımcı doçentlik tartışmalarının hayırlı sonuçlar doğurması için aşağıdaki değişikleri yapmak yaşamsal görülmektedir.
| Üniversitelerde rektör özerkliğinden acilen gerçek özelliğe geçmelidir.
| Akademik değerlemelerde, yabancı dilde ve de özellikle bir şirketin taradığı dergilerde yayın yapma zorunluluğu kaldırılmalıdır (Bu bilime aykırı olduğu gibi anayasaya da aykırıdır).
| Kalite değerlendirmesi yapacağız derken, insanları puanlamak doğru olmadığı gibi bilime de kesinlikle aykırıdır. Bir bilim insanının yaptığı tek bir yayın veya benzeri bir bilimsel etkinlik, kalite ve akademik değer olarak sayıca bunların çok üstünde olanlardan daha değerli olabilir. Bilim tarihi bunun sayısız örnekleri ile doludur. Önemli olanın nicelik değil nitelik olduğuna dikkat edilmelidir.
| Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yani nakilcilik aşamasından, akılcılık aşamasına geçme sürecindeki ülkelerde, kerameti kendinden menkul çok sayıda makale ve bildiri sıralamak yerine, güçlü bir doktora, doçentlik ve profesörlük çalışması desteklenmeli ve bu çalışmalar kesinlikle yayınlanmalıdır. Bu şekilde, akademik kalite ve adalet sağlanacağı gibi, 1980’den beri neredeyse yasaklanan Türkçe bilimsel yayın birikimine sahip olunması da kaldığı yerden başlayacaktır.
Kısaca özetlenen bu önerilere (zaman ve emek verilerek olgunlaştırılması koşuluyla) dayalı değişimlerin üniversitelerimizde istenen özerklikle beraber akademik kaliteyi de getirecektir.