Yarma harekâtı olarak Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü
Bir ülkede ana muhalefet partisi genel başkanı, rejimi gayrimeşru ilan ederek üç hafta sürecek bir yürüyüşe başlıyorsa, o ülkede hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demektir. Yer yerinden oynayacak, adaletsizliğe karşı büyük bir halk hareketi yükselecektir. Oysa bu yürüyüşte bir şeyler eksik.
Kılıçdaroğlu’nun adalet temalı yürüyüşü üzerine yazılıp çizilenler arasında pek bahsedilmeyen bir konu var. Kılıçdaroğlu yalnız yürüyor, hatta yalnızlaşarak yürüyor. Gerekçe olarak yürüyüş kararının acele verildiği, CHP örgütlerinin yeterince hazırlanmadığı türünden açıklamalar olsa da, yürüyüşe beklenen katılımın olmamasının bundan daha derinde yatan nedenleri bulunuyor. Meseleyi anlamak için resmin tamamını görmeye çalışmakta fayda var.
ABD bir süredir Erdoğan’ı yoldan çıkmış olarak görüyor ve Türkiye’nin emperyalist sisteme daha sadık bir ülke olarak kalmasını istiyor. Türkiye emperyalist batı sisteminden çıkmadı ama FETÖ’nün belinin kırılması, PKK ile yürütülen açılımın kapanması ve Fırat kalkanı gibi kabul edilemez bazı davranışlar içine girdi.
ABD Erdoğan’ın üzerini çizdiyse, Erdoğan sonrası için bir siyasal fırsat doğmuş oluyor. CHP’nin son yıllarda izlediği siyasetler ve Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü bu düzlemde anlaşılabiliyor. CHP kurmayları, Batı sisteminin artık siyasal İslamcılarla yürünemeyeceğini anladığını, dolayısıyla batılı değerler ile uyumlu bir çağdaş partinin arayışına gireceğini hesaplıyor gibi görünmektedir. Bu hesaba göre Batı merkezli Dünya sistemi ile uyum içinde davranılacağına dair gerekli mesajlar verilir ve güven sağlanırsa CHP’ye iktidar yolu açılabilir.
CHP’nin batının kendisini destekleyeceğini düşünmesinin altında yatan iki etmen bulunuyor. Birincisi ideolojik yakınlık. Siyasi hayatına Kemalist bir parti olarak başlayan CHP, on yıllar içinde adım adım batıcı bir sosyal demokrat partiye doğru dönüşüm geçirdi. Bugün CHP’nin ABD öncülüğündeki batı sistemi ile Avrupa Birliği, NATO, serbest piyasa kapitalizmi ve benzeri emperyalist kurumlar ile bir alıp veremediği yok. Bunlara yönelik bir seçenek oluşturma derdi de yok. Dünyaya batı sisteminin içinden baktığı için, kendisini batının doğal müttefiki olarak görüyor. İkinci etmenin ise çaresizlik duygusu olduğu söylenebilir.
CHP’nin iktidar olmakla ilgili iç dinamiklerden yana bir sıkıntısı var. “Ölüsü bile yüzde yirmi eder” denilen CHP’nin girdiği bütün seçimlerde ancak ölüsü kadar oy alabilmesi CHP’nin hem moralini bozuyor hem de makûs talihi yenmek için ittifaklar kurma ihtiyacını doğuruyor. CHP çevrelerinde partinin iktidar olmasına yetecek oyu alamamasını halkın muhafazakârlığıyla, din duygularının CHP’ye yönelik kara propagandayı etkili kılmasıyla açıklama eğilimi yaygın durumda. Sağ seçmene yönelik birkaç açılım denemesinde bulunulmadı değil. Laiklik anlayışı yumuşatıldı, iftar yemekleri verildi, müftüler vekil yapıldı, kara çarşaflılara rozet takıldı hatta türbanın kamuda serbestleşmesi sağlandı. Ancak sağa yanaşma CHP’ye sağ seçmenden oy getirmedi. Rakibin sahasında top koşturduğunuzda siyasi kazanç size değil, rakibe yazılıyor.
Bu koşullarda AKP’nin hatalarını değerlendiren, tepkiyi örgütleyen bir siyasi hat izlemek ve AKP muhaliflerinden oluşan bir ittifak kurmak suretiyle bir iktidar hamlesi yapılabileceği hesaplanmış gibi görünüyor. İşte Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüş, iktidar olabilmek için gereken güçleri adım adım birleştirecek ve AKP’yi sıkıştıracak bir ‘yarma harekâtı’ olarak düşünülmüşe benziyor. Böyle bakmak zorundayız çünkü yürüyüş eylemi eğer iktidar stratejisi içinde anlaşılmayacaksa, bir genel başkanın kendisini yollarda yormasından başka anlama gelmez.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü başlatırken ortaya koyduğu tablo, tuzun koktuğu ve artık hükümetin seçim, parlamento, istifa vb. yasal imkânların hiçbiri ile değiştirilme şansının kalmadığı bir duruma girdiğimizi ortaya koyuyordu. Ülkede adaletin kalmaması demek, artık hiç kimsenin güvende olmaması demektir. Bu tahlil Kılıçdaroğlu’nun neden ‘dünya kamuoyuna’ seslendiğini, neden yabancı dillerde yazılmış adalet dövizleri arasında konuştuğunu açıklıyor. Kılıçdaroğlu son grup toplantısında olağanüstü hali kastederek ‘20 Temmuz darbesi’ ile karşı karşıya olduğumuzu ve iktidarın artık demokratik yollardan değişme imkân ve ihtimalinin kalmadığını belirterek, rejimin gayrimeşruluğunu ilan etmişti. Yürüyüş bu tespitin ardından başlatıldı.
20 Temmuz olağanüstü hal darbesi ile gayrimeşru hale gelmiş olan hükümete karşı herkesi kucaklayacak ‘adalet’ talebiyle başlatılan bir yürüyüşün büyük bir halk ayaklanmasına dönüşmesi gerekmez miydi? CHP’nin 1 milyon 206 bin üyesi, 12 milyon oyu var. Gezi ayaklanmasında Türkiye’nin 79 ilinde 13 milyon insan hükümeti protesto etmişti. Yapılan araştırmalara göre bu seçmenlerin dörtte üçü CHP’ye yakındı. Bu, eğer doğru siyasetlerle mobilize edilebilirse, hükümeti baskı altına alabilecek bir güçtür. Ancak öyle olmadı. Kılıçdaroğlu’nun yol boyunca kurduğu ittifaklar, batı sisteminin gözdesi olan güçlerden ibaret kaldıkça, siyasi matematik açısından büyüyen değil küçülen bir eylem ortaya çıktı.
Üç hafta sürecek yürüyüşün her gün kitleselleşerek, adaletsizlikten mağdur olmuş güçlerle birleşe birleşe olağanüstü hale karşı Gezi ayaklanmasına benzer büyük bir direnişe dönüşmesi ve AKP iktidarını dışarıdan içeriye doğru yaracak bir iktidar seçeneği yaratması hedeflenmiş olabilir. Oysa Kılıçdaroğlu günde ortalama beş bin kişilik bir katılımla yürümeye devam ediyor. Türkiye’de yaşanan adaletsizliklere karşı dünya kamuoyunu duyarlı olmaya çağırarak isyankâr bir tonda başlayan yürüyüş, kısa bir süre içinde sağduyu mesajlarının verildiği daha düşük bir profile doğru dümen kırdı. Bu seyirde CHP örgütlerinin, seçmenlerinin ve kamuoyunun harekete geçmekte istekli olmaması da rol oynadı. CHP tabanı, genel başkanlarının yüksek perdeden dile getirdiği yaklaşıma tam olarak ikna olmadı.
Bu sonucun ortaya çıkmasında yürüyüşün hazırlıksızlığından çok, yürüyüşte birleşilen HDP ve FETÖ gibi güçlerin, CHP tabanında ve kamuoyunda yarattığı endişe bulunuyor. Düzenin gayrimeşruluğunu ilan ederken bir başka gayrimeşruluk zeminine savrulma, CHP’yi Dimyat’a pirince giderken evindeki bulgurundan etme tehlikesi taşıyor.