Yaşam kanıtı
Türkiye’de yılda üç binin üzerinde insan intihar ediyor. Çoğu haber bile olmuyor veya yerel basının gündemini kısaca işgal ediyor. Oysa İsmail Devrim adlı bir yurttaşımızın intiharı, bir anda geçtiğimiz haftanın en önemli toplumsal gündemine dönüştü. Olay, oğluna pantolon alamama gibi bir gerekçeye dayandığı için kamuoyunda vicdani bir tepki doğurarak hızla siyasallaştı.
Türkiye gibi üretim sıkıntısı yaşayan, kaynak yaratmakta güçlük çeken ülkelerde hayatın hiçbir alanı siyasetin dışında kalamıyor. Toplumun siyasetle ilgisi yokmuş gibi görünen bambaşka alanlardaki sorunlarının çözümü bile çoğu kez siyasal iktidarın tasarrufları ile biçimleniyor. Cebinizde ne kadar para olduğu siyasetin kaynak dağıtma tercihlerinin bir sonucu. Mesleğinizin saygınlığı, gençleri bekleyen gelecek imkânları, yürüdüğünüz kaldırımın tamiri, yaşadığınız şehirlerin kimliği, kaliteli sağlık hizmetine erişme şansı vb. hepsi siyaset kurumunun, kaynakları hangi önceliklere göre dağıttığı sorusunun cevabı ile ilgili. Hal böyle olunca, gündelik hayatın en basit meseleleri bile siyasetin dışında kalamıyor. Siz siyasetle ilgilenmeseniz bile siyaset sizin hayat şansınız ve kaliteniz üzerinde belirleyici oluyor, yani sizinle ilgileniyor.
Siyaset dışı gibi görünen sorunlarımızın bile özünde siyasal kararların bir sonucu olarak çözülebilecek olması, Türk toplumunu uzun süre depolitize etmenin mümkün olmadığı anlamına geliyor. 12 Eylül darbecileri bunu denemişlerdi. Toplumun özellikle nitelikli kesimlerini siyasetin dışına sürdüler. Ama apolitik bir toplum yaratma çabalarında ancak kısmi bir başarı yakalayabildiler. Yaşadığı sorunların çoğu siyasetin kaynakları dağıtma tercihleri ile ilişkili olmasından dolayı, Türk toplumu, her meseleyi önünde sonunda siyasal bir bağlamda tartışmak zorunda. İsmail Devrim’in intiharı da böyle oldu.
Olayın duyulmasından sonra kamuoyu Türkiye’deki gelir adaletsizliği üzerinden düzeni ve dolayısıyla hükümeti eleştirenler ile olayın kişisel yani psikolojik sorunlara bağlı "adi vaka" olduğunu savunanlar arasında saflaştı. Böylece kişisel bir trajedi olarak intihar eylemi, bir anda siyasal bir eyleme dönüştürüldü. Siyasetin içinden anlaşılabilen bir bağlama oturdu. Başka türlüsü olamazdı.
Burada bir parantez açmak istiyorum. Doğrudur, intihar olgusunun gerçekten de siyasal bir boyut taşıdığı söylenebilir. İntihar bir yaşam kanıtıdır. Yaşarken farkına varılmayan, sorunlarına ilgi gösterilmeyen kimseler, yaşadıklarının farkına varılmasını sağlamış olurlar. Ancak sorun, bu farkındalığın kamuoyunda kısa süreli bir tartışmayla tüketilecek ve unutulacak olmasıdır. Yine öyle oldu. İsmail Devrim, kendini hayattan kopartmak suretiyle, sorunlarının çözümüne doğrudan bir katkı yapamadı. Ama bir rakamdan ibaret olmadığını, gerçek bir insan olarak başa çıkamadığı gerçek kişisel sorunlar yaşadığını kanıtladı.
Türkiye gelir dağılımındaki adaletsizlik bakımından Avrupa’da birinci, dünyada ise ilk sıralarda. Siyasetin dağıttığı kaynaklar derin bir adaletsizlik yaratıyor. İktisat diliyle söylendiğinde yoksulluğa ve işsizliğe dair rakamlardan, oranlardan ibaret olan olgular, gerçek insan ilişkileri düzleminde büyük trajedilere tekabül ediyor. Bir toplumsal sistem, çocuklarına en temel ihtiyaçlarını alamadıkları için kendilerini suçlu hisseden insanların varlıklarından haberdar değilmiş gibi yaparak daha ne kadar sürdürülebilir?
Bir krizin başlangıç aşamalarındayız. Giderek derinleşeceğini hükümet çevreleri de kabul ve ilan ediyorlar. Bunun anlamı, siyasetin kaynakları adil biçimde dağıtma açısından zaten berbat bir sınav verdiği ülkemizde, önümüzdeki yıllarda gelir dağılımı adaletinin daha da bozulacağı. İnsanların birer rakamdan ibaret olmadıklarını bize hatırlatmaları için kendilerini öldürmelerini bekleyip, her seferinde kim haklı tartışması mı yapacağız?
Olay ortada. Her sorunun ucu, siyasal gücü elinde tutanların tercihlerine dokunuyor. O gücü insanların ortak mutluluğu için kullanmayı beceremeyeceksen niye oturursun ki orada?