Yaşanan kazalar ve kaybedilen canlar ne kader, ne de işin doğası

Yeni yılın yaklaştığı bir zaman diliminde üzülerek iyi şeylerden söz edemiyoruz. Ülke olarak felaketler zinciri yaşıyoruz. Çöken madenler, inşaatlar, tersane ve iş kazaları, trafik kazaları, kadın cinayetleri, hele haksız yere şehit olan vatan evlatları. Maalesef bunlar ne kader ve ne de işin doğasında var. Bunların altında son 60 yıldır uygulanan yanlış ekonomi, siyaset ve eğitim politikaları yatmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrası Batı güdümüne girilmesiyle başlatılan alt yapı inşası ve üretim yerine tüketime dayalı, dışa bağımlı ekonomi politikaları bunun başlıca nedenidir. 1980 darbesiyle hızlanan küreselleşme kılıflı liberalleşme ve özelleştirme bu yapıyı daha kalıcı hale getirmiştir. Son 10 yılda ise artık tüketimde sınırlar zorlanmaktadır.

Şehir merkezlerinde şatafatlı binalar; AVM’ler her yıl değişen süslü yaya yolları, tartan pistli bol aletli parklar vb. yapılırken, gerçek gizlenememektedir. Ülke genelinde bir alt yapı eksikliği, bir düzensizlik bir başıbozukluk söz konusudur. Birkaç yıl önce bir kongrede duyduğum “ellerin memleketinde direkler telleri, bizim memlekette de teller direkleri taşımaktadır” sözü durumun özetidir.

60 yıldan beri eğitim birliğini bozan, her hükümetle değil her bakanla değişen adı milli, ama kendisi milli olmayan eğitim politikalarının da bundaki payı büyüktür. İyi kötü öğretiyoruz ama eğitemiyoruz. Neme lazımcılık, kural tanımama, bir şey olmaz ağabey vb. anlayışlarını değiştiremiyoruz. Kuşkusuz bu durum ekonomi ve siyasi politikalardan bağımsız değildir. Anayasaya, yasaya uymadığını vatandaşın gözüne bakarak ilan eden büyükler olursa, vatandaş kurallara uyar mı? İşsizliğin yaygın olduğu bir yapıda, örgütsüz, seçeneksiz vatandaş tehlikeyi bilerek madende, inşaatta çalışmak için kuyruğa girmez mi. Tarımda yıllardır, kamyon ve traktör arkalarında, kapalı araç bulunursa istiflenmiş şekilde taşınan, sefil koşullarda çok düşük ücretle çalışıp, elçiye, dayıya haraç veren işçilerimiz hep olmaz mı? Daha çok örnekler vermek için büyük çaba gerekmiyor.

Yine de ümitsiz olmayalım. Çılgın millet olarak, çılgın projelerle sorunlarımızı çözemesek de çözüm yoluna sokabiliriz. Burada daha önce yazdığım benim çılgın proje özetini sunmak istiyorum.

BENİM ÇILGIN PROJEM

Bilerek bu dünyayı fani; ne en büyük saray, ne de en büyük cami.

Ne üçüncü köprü, ne de kanal, ne AVM, ne de gökdelen, çirkinlik olarak göğe yükselen.

Ne körfez geçişi, ne de otoyol, ne katlar ne yatlar, doğayı, havayı kirleten.

Ne parasız ders kitabı, ne de parasız dağıtılan tablet, adaletsizliğe alet.

BENİM ÇILGIN PROJEM Mİ?

Kimse yalınayak dolaşmasın, aç kalmasın, soğuklar kimseyi üşütmesin, vatandaş çöpte ekmek aramasın.

Herkesin küçük de olsa bir yuvası olsun, çocuklar sırtta, çuvalda taşınmasın. Her çocuk okuyabilsin, çocuk gelinler olmasın.

Bölünmesin gençler, alsın tek tip eğitim, sevsin Ata’sını, kucaklasın ulusu, terlesin ülke için, çağdaşı yakalasın.

Kimse, kimseye küsmesin, kalpler bölünmesin, saygı, sevgi yaşasın.

Yaşayan kentler, köyler, sürdürülebilir tarım, kirletmeyen sanayi.

Yönetenler olsun akıllı, sanmasın milleti enayi.

İşin özeti dünyada ilk 20 ekonomi içinde yer alan Türkiye’nin kaynaklarını lüks tüketime, verimsiz ve gereksiz yatırımlara ayırmayalım. Ülkede adalet olsun. Buna göre önceliğimiz; en geri yerleşim birimlerine asgari altyapı koşulları sağlamak olsun.

En alt gelir dilimindeki ailemiz, insanca yaşayacak barınma, beslenme, sağlık, eğitim olanaklarına asgari düzeyde de olsa sahip olsun. Aman bunu yardım, bağış yapısında ele almayalım. Umutların yeşerdiği yeni bir yıl dileğiyle...