Yaşar Kemal’i anlamak, anlatmak...

Yaşar Kemal’in sözel/yazınsal varlığı göz önüne alındığında Türkçede onun eriştiği yer, dile getirdiği zenginlik, anlatım gücünün kaynakları nedense çok anlaşılmadığı gibi; sürekli de çarpıtılmaktadır.

“Kendisi konuşmayı severdi, ama yazmayı daha çok severdi...”

Şimdi, böyle başlayan bir cümle kurarak Yaşar Kemal’i anlatmamın ona saygısızlık olduğunu düşünürüm. Gelin görün ki, yitimiyle ortaya çıkan durum; onun, Özdemir İnce’nin tanımıyla “Yaşar Kemal Türkiye’dir” yanının göz ardı edildiği gibi çok da anlaşılmadığını bize anlatıyordu.

Onda taşıyıcı olan destansı söz, anlatımın gücüdür. Anlatısını/dilsel zenginliğini, epik söylemini Homerosoğlu diye tanımlayan Azra Erhat yerinde bir tespit yapıyordu. Yaşar Kemal, modern bir anlatıcı olarak ilk kaynağa dönüyordu yüzünü; Gılgamış’a, Homeros’un destanlarına...

Doğu Akdeniz havzasının taşıdığı zenginlik, Mezopotamya uygarlığının kadim kültürü, Anadolu’nun renkleri onda derin izler bırakır. Yaşar Kemal Kürt olduğu için bunları görüp/anlayıp yazmadı. Anadolulu olduğu, vicdan duygusu yüksek bir anlatıcı olduğu için dönüp birikime baktı, insanlığın yüzyıllardır süren serüvenini irdeledi, bugününü dillendirdi.

Bir adım daha öteye giderek, “kurucu yazar/anlatıcı” olarak tanımlarım Yaşar Kemal’i, tıpkı bir Sait Faik gibi...

Benim gözümde yazarın cinsiyeti, ırkı yoktur. Tanrısı ise “söz”dür, “dil”dir. Yaşar Kemal o soy bir yazardı. Okuyun Marquez’i, Faulkner’ı, Fuentes’i; onlarda gördüklerinizden aşağı kalır bir yanı yoktur anlatılarının, dünyayı bakışının, vicdan duygusunun...

DÜŞSEL VE GERÇEKÇİ ANLATICI

Yazar bir yere aittir evet, o aidiyetini yazdığı dil belirler. Bu anlamda Yaşar Kemal Türkçedir, Anadoludur...

Şimdilerde ortaya düşüp “manevi evladıyım”, “roniya çawemın” diye çığırtkanlık yapanların, “o bir Kürt’tü” nidasıyla parsa toplama derdinde olanların, yalan yanlış şeyler söyleyenlerin Yaşar Kemal’den ellerini ve dillerini çekmeleri gerek.

Bunun için de, onun varlığına değer veren, hep yanında olan Ayşe Semiha Baban Gökçeli ile Raşit Gökçeli el ele verip bir an önce bir Yaşar Kemal Enstitüsü kurmalıdırlar. Ona dair her şeyin orada birikmesi, söylenmesi, gelecek kuşaklara taşınması için bu adımı atmalıdırlar.

Kitaplarının yeni basımları daha dikkatli/özenli yayıma hazırlanmalı, yazıları ve söyleşileri o savruk/karmaşık biçimden kurtulmalı, bir Yaşar Kemal belgeliği oluşturulmalıdır.

Yaşar Kemalvari bir yazarı geleceğe taşıyacak olan elbette ki yapıtlarıdır. Bu edilen sözler bir zaman sonra unutulacak, o insanlar da kopacaklar ettikleri sözlerden...

O, bize, dille beslenen kültürün ne anlama geldiğini gösterdi. Zaman zaman yaptığımız konuşmalarda altını çizdiklerinden biri de şuydu: Siz, bizlerden şanslısınız; çünkü önünüzde bizler varız, Sait Faikler, Sabahattin Aliler gibi Türkçenin kurucu yazarları var.

Bugün Yaşar Kemal anlatısını değerli kılan/başkalaştıran/önemseten yanlardan biri de budur. Yurt gerçeğine bakışı, ele alıp işlediği sorunlar önemlidir elbette. Ama “Dağın Öte Yüzü” ve “Kimsecik” üçlemelerinde geliştirdiği dil/anlatım tutumunu ; bir bütün olarak ele aldığımızda “İnce Memed” dörtlemesinde karşımıza çıkan epik söylemi; “Akçasazın Ağaları” ve “Bir Ada Hikâyesi” ile dile getirdiği tarihsel toplumsal gerçekliğin kuruluşundaki dil/anlatıcı söylemi modern düzyazımızın en önemli kazanımlarını içermektedir.

Romanda kendi anlatım biçimini kurup geliştiren, bir bakıma da “yerli roman” tezini evrensel ölçüde dilsel bakışla kuran Yaşar Kemal düşsel gerçekçi bir anlatıcı olarak da adını/anlatısını dünya dillerine taşımıştır.

İşte onun anlatısının bu yanlarını görmek, anlatmak için söz bizlere ve yeni okurlarına düşmektedir. Eminim ki, geleceğin okuru Yaşar Kemal’i yeniden, yeniden keşfedecektir.