Yaşar Kemal’i karşılamak
“Bir dil bulacağız her şeye varan. Bir
şeyleri
anlatabilen. Böyle dilsiz böyle düşmanca
böyle bölük pörçük dolaşmayacağız bu
dünyada.”
Yaşar Kemal
Şu günlerde Yaşar Kemal’in Deniz Küstü romanını okumaktayım. Kaçıncı okumam, ben de unuttum.
Bu kez bir seminer için okuyorum.
Bundan bir iki yıl önce bir dergiye yazacağım yazı yeniden beni bu romana döndürmüştü.
Yaşar Kemal’in anlatıları öyledir, yeniden yeniden okumak için mutlaka nedenler yaratır size.
Bu da onun anlatılarına konu edindiği sorunların insanlığın derdi olmasından kaynaklanır.
Yaşar Kemal vari bir anlatıcı okurun/un beş duyusuna seslenir. Bu beş duyu gerçekliği/algısını edebî anlatılarda önemserim. Bunu da şöyle açıklarım: Yazarın ele aldığı konuyu dile getirebilmek için araçsallaştırdığı dil, her şeyin başında gelmektedir. Yani, o, dil aracılığıyla görür/işitir/duyar/dokunur ve tadar.
Bu da bir anlatıcıyı doğa/insan/toplum katında sürekli diri ve devinimli kılar.
Bu anlamda Yaşar Kemal size salt bir konuyu/olayı/durumu anlatmaz; o insanı-yer-mekân-doğa bileşkelerini var eden yepyeni bir dünyayı sunar size.
Kendisinin “benim Çukurovam” ya da “her yazarın bir Çukurovası vardır” deyişi de işte burada anlam kazanır.
Kafka’nın da Dostoyevski’nin de, Faulkner’ın da birer Çukurovası vardır elbette.
Biz, onun/ânların anlatılarının izlerini sürerek bir yere, bir insana, bir dünyaya varırız.
İşte o nedenledir ki; izi düşte, düşüncede buluşturan bir anlatıcıdır Yaşar Kemal.
O nedenledir ki; onun anlatıcılığını “düşsel gerçekçi” diye tanımlarım.
Şu belirlemeyi de yaptığımda; “anlatı anakarası olan bir anlatıcıdır,” bunu yerinde bir belirleme olarak karşılaşmıştı kendisi de.
Bu anlatı coğrafyasında gezindiğimizde, Yaşar Kemal anlatılarının yansıttığı dünyada karşımıza çıkan Doğu Akdenizli bir yazar kimliğidir.
Evet, Yaşar Kemal dünya edebiyatında bu kimliğiyle var olan, iz bırakan büyük anlatıcıdır.
Onu Gogol, hatta Cervantes, Dostoyevski soyundan gelen bir yazar/anlatıcı olarak karşılamalıyız.
Anlatılarındaki her bir sözü değerli zenginleştirici kılan ise onun taşıyıcı bir anlatıcı olmasıdır. Sözel kültürden akıp gelen bir birikimi modern anlatının doğasına taşıyor, orada yepyeni, bir dünya kuran Yaşar Kemal; insana gitmeyi öne alırken, doğaya ve yaşamsal olanın trajik yanlarına döner yüzünü.
Evet, o insanın trajedisini yazarken bakışla onun yaşadığı/var olduğu yerin de adeta kazıcısıdır.
Börtü böceği, rengi kokusu, sesi ve rüzgârıyla... Her bir şeyin değişim ve dönüşümünü anlatmaktadır bize.
Sıklıkla yinelenir; Yaşar Kemal anlatıcılığını “geçiş dönemi” romancısı, denilerek bir “kategori”ye yerleştirmek istenir.
Azra Erhat, Yaşar Kemal’in anlatıcı doğasını değerlendirirken, ona: “Homerosoğlu” tanımını vermişti.
Orada aslında böylesi bir soy geleneği işaret ediyordu. Eğer Homeros’un destanlarıyla Yaşar Kemal’in anlatılarını karşılaştırırsak; onun da tek bir gerçeğin ardından gittiğini görürüz:
İnsanın-doğayla, insanın-insanla soylu macerasının öyküsüdür bu. Çünkü orada her şey vardır.
Ölüm, acı, savaş , aşk, yalnızlık, sürükleniş, dostluk, sevgi, öç alma, göç, sürgün, değersizleşme, korku, yalnızlık, umut, umutsuzluk, ironi, şiddet, kıskançlık, sürükleniş, yozlaşma
Ondandır ki; Homeros’tan başlayan bu gelenek Cervantes’e, Shakespeare’e, Balzac’a, Stendhal’e, Gogol’e, Dostoyevski’ye, Tolstoy’a, Çehov’a, oradan Yaşar Kemal’e erişmiştir.
Bu anlamda Yaşar Kemal bir bellektir, taşıyıcı bellek. Onu edebiyatta böyle karşılamalıyız.