Yaşarken 'sonsuzlaşma'nın yolu: Bilim ve Sanat

Birkaç yüzyıl sonrasından geriye bakıldığında, içinde yaşadığımız dönemin anlaşılması en zor yönlerinden birini, belki de bilimde gerçekleştirilmiş bunca hamleye karşın, insanlığın nasıl olup da bu kadar bilim dışına düşmüş olduğu oluşturacaktır. Evrenin, evrenadamızın, güneş sisteminin, dünyanın, canlı varlıkların oluşumuna ve "insanı insan yapan" toplumsal süreçlere ilişkin bilgimizin ulaştığı düzey, Bilimsel Devrim'in bulgularının o dönemde hayal bile edilemeyecek kadar ötesindedir. Ama Bilimsel Devrim insanlığa Aydınlanma'yı getirmişken, bugün insanlığın büyük bir kesmi yeniden Ortaçağ Karanlığı'na gömülmeye çalışılıyor.

Aydınlanma'nın iki ayağı

Aydınlanma, iki ayaklıdır. Bilimsel Devrim, merkezinde dünyanın bulunduğu "yedi katlı gök" söylencesini yerle bir ederken, gerçeği arayanların gözünü kutsal kitaplardan nesnel gerçekliğe çevirmiştir. Aydınlanma, insanın aklıyla gerçekliği kavrayabileceğini belirlemekle, insanı yaşamın kıyısından merkezine taşımıştır. Bilimsel Devrim'in insanlığa olan en büyük katkısı, belki bulgularının içerdiği bilgiden çok, Bilim'in önünü açmış olmasıdır.

Aydınlanma'nın diğer ayağı da, dünyanın "özü günahkâr olan insan"ın "günahlarından arınma mekânı" olmaktan çıkarılmasıdır. Böylece "günahtan arınma bilgisi"yle donatılmamış "insan sürüleri"nin "seçilmiş çobanlar" tarafından güdülme ihtiyacı da ortadan kaldırılmıştır. "İyi, güzel ve doğru" olanın insanın eseri olduğunu savunan Aydınlanma, insanın yaratıcılığının önündeki en büyük engeli yıkmıştır. Aydınlanma'nın ışığı, Sanat'ın da önünü aydınlatmıştır.

Aslında Bilim ve Sanat, tarih boyunca hep aynı kaderi paylaşmışlardır. Önlerinde kurulacak bir gelecek olan toplumsal güçler, "yapmanın bilgisi" için bilime, "yapmanın iradesi" içinse sanata gereksinim duymuştur. Dünyayı durdurmak isteyenler de hep bilimi karartmaya, sanatın da "içine tükürmeye" çalışmışlardır.

'Kendini aşmak' insanlığın evrensel gereksinimidir

Ama Bilim ve Sanat'ın insanlık açısından toplumsal ilerlemenin bir aracı olarak gördükleri işlevin çok ötesine geçen bir anlamı daha vardır. Kendi varoluşunun bilincine sahip olan insan, dünya üstünde varlığını sürdürmek için "kendini aşmak zorunda olan" tek canlı türüdür. İnsanoğlu, yeryüzüne ayak basışından itibaren, varlığının sınırlılığı ile evrenin sınırsızlığı arasındaki çelişmenin merkezinde yer aldığı sorunsalı çözmeye uğraşmıştır. Her toplumsal sistem, bu sorunsala "insanın kendisini gerçek ya da sanal ama sınır tanımayan aşkın bir oluşumun içinde eritmesini" içeren kendine özgü bir çözüm üretmiştir.

Sonsuzluğu "öte dünya"ya yükleyen çözümlerin de, kendi varlığını bir insanlık davasının içinde eritmenin de ortak insani özü, kendi sonluluğunu aşma çabasıdır. Ama birincisi sonsuzluğu yaşamın sonrasına ertelerken, diğeri kendi sınırlılığını aşmayı yaşamın tam da merkezine çekmektedir. Bugüne kadar her toplumsal sistem insanlığın önünde yeni ufuklar açtığı yükseliş döneminde kendini aşmayı dünyalılaştırarak yaratıcılığa özgürlük getirmiştir. Sistem insanlığın ilerlemesine yapacağı bütün katkıları tüketip çöküşe geçtiğinde ise, bu sorunsala getirdiği çözümler, herkese dayatılan yaşama ilişkin "kullanım kılavuzları"na indirgenmiştir.

Sonlu yaşamda sonsuzluğu tatmanın yolu

Bilim ve sanat, insanın tasarımcı özünü toplumsal düzlemde en yetkin biçimde gerçekleyen etkinliklerdir. Onun için sınıfsız bir topluma ulaşmayı hedefleyen devrim öğretilerinin, zorunlu üretim için harcanan emek-zamanın en aza indirgendiği bir uyum dünyasında bilim ve sanata kitlesel katılımı öngörmeleri bir rastlantı değildir. Bilim ve sanat, insan türünün üyelerinin sonlu yaşamlarında sonsuzluğu tatmalarını olanaklı kılan insan yapısı tasarımlardır.

Bilim ve sanata karşı tutum, bir toplumsal gücün veya siyasal oluşumun ileri ya da geri olmasının şaşmaz bir nesnel ölçütünü oluşturmaktadır. Okurlar, günümüzde gündeme getirilen kimi "özgürlük"lerin, bilim ve sanata mı, yoksa bilim ve sanat karşıtlığına mı olduğuna bakarak, neyin ileri neyin geri olduğuna kuşkusuz doğru karar vereceklerdir.