Yaşasın... Müzeler bedava

Tam zamanı… Ne koparırsak iyidir… İstanbul Belediye seçimlerine katılan adaylar, belki de hiçbir seçimde olmayacak denli vaatlerde bulunup, oldukça cömert davranıyorlar… Sanki her şey bedava… Önce hedef kitle olan öğrenciler, ardından küçük çocukları olan anneler, derken ev kadınları, taksiciler, köprüden ücretsiz geçmeleri sağlanacak motorcular, evsizler, barksızlar, Suriyeliler ve de tüm sığınmacılar vs… Liste uzadıkça uzuyor. Hiç arzulamıyoruz ama, seçim bir kez daha benzer nedenlerle ertelenirse, gerisini siz düşünün. İstanbul’un taşı, toprağı da altındır derlerdi de inanmazdık. Oysa ki, ne kadar da doğruymuş. Bir yandan, bu mega kentte -daha doğrusu bu şehirlerin anası metropoliste- göçü tersine çevirmek için bir dizi projelerle yapılırken, öbür yandan da bu seçim vaatleriyle kırsal kesimdekilerin iştahı kabartılarak “Gel kardeşim gel, burada her şey bedava” kampanyası tüm hızıyla yürütülüyor. Bu kampanyanın hedef alıcıların hangi kesimler olduğunu söylemeye gerek var mı? Hiç sanmıyorum. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylarının Anadolu gezilerini izleyin yeter…

Ama bu bilinen seçim kampanyasının bedava / ücretsiz ya da argo tabiriyle “beleş” olan cömertliğine bir şey daha eklendi. O da bedava müzeler… Bu kampanyanın tek bilinmeyen yanı, bu müzelerin tümünün mü, yoksa yalnızca belediye ait olanların mı, bedava olacağı… Gerçi o da pek farketmez ya, birisi belediyenin derse, diğeri nasıl olsa, açık attırma da epey sürercesine onun tam aksine söyleyerek tümünün diyecek.
Kimi ülkelerde müzelerin ücretsiz oluşu, bizdeki gibi seçim vaatlerine dayalı bir lütuf değil aksine bir gereklilik. Çoğunlukla -ya da bildiğim kadarıyla- Avrupa’daki bir çok müze ayda bir gün sabahtan, ertesi sabaha kadar halka ücretsiz oluyor. Bu ücretsiz girişte yalnızca müzeleri gezip-dolaşmıyorsunuz, ayrıca o günlerde müzelerde yapılan tüm kültürel-sanatsal etkinliklere de katılma olanağını bulabiliyorsunuz. Onun için bu uygulamanın yapıldığı kentlerde, kime sorarsanız sorun, abartısız herkes, en az birkaç kez o müzelerin bu durumundan yararlandığı için onların yerlerini bilir ve size tarih edebilirler.

Bizde ise müzeler yalnızca ve yalnızca ilkokul çağlarında hocaların nezaretinde zorunlu olarak götürülüp bir yerden sokulup, öbür yerden alelacele çıkarılan, görülen, anlaşılan, bilgilenen yerler değil de bir çırpıda bakılan yerlerdir. Onun için bu yerler bir kez gezilir, bir daha da hiç gidilmez. Çoğu kişi, çoğu müzeye yalnızca ilkokul sıralarında gittiğini içtenlikle itiraf eder.
Diğer taraftan bırakın sokaktaki sade vatandaşı, örneğin bir tiyatrocuyu tiyatro, bir sinemacıya sinema, ya da bir sanat tarihçisine art nouaveau, ya da ne bileyim Şehir Müzesin sorun, gidip gitmediklerini değil, nerede olduklarını, bakalım size kaç kişi olumlu yanıt verebilecek?

Bu durum elbette ki bizim ayıbımız, ihmalimiz, ilgisizliğimiz ya da ne bileyim bir eksiğimiz değil… Aksine; bu tür, bir kentin belleğini oluşturan, dünden bize, bizden de yarınlara miras olarak bırakılacak mekanların kültürel zenginliklerinin bilgisinin/sevgisinin/eğitiminin verilmemiş ve hala da verilmemekte olan bir anlayışın hatasıdır.

İster belediyeye ait, ister tüm müzeleri ücretsiz yapın... Ne fark eder ki. Önemli olan; önce o kentte yaşayanlara müzeleri yalnızca eski eserlerin korunduğu, bir kerelik gezilip görülecek yerler değil, aksine her daim kendilerini yinelemek yerine yenileyerek yaptıkları etkinlikler, seminer, konferans sergi, dinleti, sergi ve diğer bilimsel canlılığı ile her zaman gidilebilecek yerler olduğunu anlatmak, anlatabilmek daha doğrusu kültürü verebilmektir.
Kültür edinme alışkanlığının eğitimle gelenekselleşmedi toplumlarda, başta müzeler/kütüphaneler/konferanslar/seminerler vs başta olmak üzere her bir şeyi ücretsiz yapın, inanın, yaşamları boyunca böyle bir şeye gereksinim duymadıklarından dolayı bir çok kişi gitmez… Sorun; onların ücretli olup olmamasından daha çok, ona gereksinim duyup duymamalarındadır.