Yaşlanan toplumun ölen siyaseti
İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, “Son 5 yılda yaşlı nüfusu yüzde 21,4 artarak 8 milyon 722 bin oldu. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı ise 2018 yılında yüzde 8,8 iken, 2023 yılında bu oran yüzde 10,2'ye yükseldi. Kritik bir durumla karşı karşıya olduğumuz aşikâr” diye konuşmuş. Nüfus artış hızımızın düştüğü, genç işsizliğinin kronik bir hal aldığı ve orta gelir tuzağı koşulları altında nüfusun beklenenden hızlı yaşlandığı bir manzara ile karşı karşıyayız. Başkan Bahçıvan, bu durumun ekonomik dengeler açısından anlamının toplumun genel tüketim kalıplarında, kamu mali dengelerinde, işgücünün üretkenlik düzeyinde ve ülkenin büyüme potansiyelinde etkiler yaratması olacağına dikkat çekiyor.
Yaşlanma sorununun aciliyeti ile ilk kez pandemi döneminin eve kapanmaları sırasında karşılaşmıştık. 2020 yılında bu köşede: “Son beş yıldaki artışın % 22 civarında olduğu düşünülürse, sadece yirmi-otuz yıl içinde yaşlıların oranı Türkiye nüfusunun beşte birine yükselecek. Türkiye nüfusunun 100 milyon olduğu bu koşullarda, yaşlı nüfus 20 milyon olacak. Yaşlılık gerçeği ile yüzleşmemiz gerekiyor” diye yazmıştım.
Bugün özellikle yaşlı erkekler açısından kahvehanelerde gördüğümüz manzara, emeklilik sonrasındaki zamanını adeta ölümü bekleyerek gün dolduran insanları gösteriyor. Oysa yaşlılık çağı meslekten kopuş olsa da hayattan kopuş anlamına gelmemeli. Hayat kalitesinin düşmemesi, yaratıcı üretkenliğin sürmesi ile mümkün. Üretime dayalı bir ekonomik sistem, nasıl siyaset-eğitim-ekonomi zincirinin doğru kurulmasını gerektiriyorsa, üretimden düşen nüfusun da sosyo-kültürel hayatla bağlarının doğru kurulmasını gerektiriyor. Bugün yaşlıların işgücüne katılma oranının artma eğiliminde olması, üretim ekonomisi yönünde bir gelişmeden kaynaklanmıyor. Aksine üretimden kopan bir ekonomide yoksulluğun artmasına bağlı bir prekaryalaşma eğilimini gösteriyor. Emekli maaşının yetmemesi nedeniyle, yeniden ucuz işgücü piyasasına dâhil olma zorunluluğunu yani…
Siyaseti rant paylaşma ve kayıkçı kavgası düzeyinde kavrayan bir seviye için, İSO başkanının yaptığı uyarı dipsiz kuyuya atılmış bir taş… Oysa insan kaynaklarımızı planlamak, son tahlilde geleceğimizi planlamak demektir. Plan fikri ise hayatın rasyonel kavranışını gerektiren modernliğin ürünü. Bu açıdan bakıldığında giderek yaşlanacağı görülen bir nüfusun toplumsal bütünleşmesini, ihtiyaçlarını ve üretim sistemine yeniden-katılımını planlamak Türkiye’de siyasetin çapına iki gömlek fazla gelen bir lüks.
Türkiye’de siyasetin yapısal özellikleri haline gelmiş olan popülizm ve demagoji, partilerin kafalarını sadece bugünün meselelerine gömmesine neden oluyor. Üstelik onlar da kamu kaynaklarının yağmalanması üzerinden “çözmeye” çalışılıyor. Geleceğin planlanması, kaynakların rasyonel dağıtılması, siyasetin uzun vadeli ve köklü çözümler üzerine yani -fikir, analiz ve program üzerine- inşa edilmesi bu tarz siyasetin yeteneklerinin dışındadır. Toplum yaşlanıyor ama siyaset çoktan ölmüş durumda. Yaşlılar denilince popülist sistem partilerinin aklına sadece belediyelerin vereceği evde bakım hizmetleri ve bu sayede alınacak oylar gelebiliyor.
Oysa bu işin sadece bir yönü. Yakın gelecekte yaşlı nüfusun sağlık başta olmak üzere ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanması için kamu bütçesinden giderek daha büyük paylar ve daha fazla sayıda kadronun ayrılması bir zorunluluk. Yaşlılık, dünyanın büyük kısmında olduğu gibi, Türkiye’de de, en önemli toplumsal sorunlar sıralamasında giderek yukarı doğru tırmanıyor. Bu nedenle belediye hizmetleri yaklaşımından çok daha kuşatıcı bir bakış açısı ile ele alınmak zorunda. Bir başka deyişle yaşlılığa bakışımızın felsefesi değişmeli. Ancak o zaman yaşlanmayı sadece “tehlike” olarak görmekten kurtulabiliriz.