Yavuz Selim Demirağ ya da düştün ağlama

Bahadır Dülger’in, Orhan Veli ile edebiyat hakkında yaptığı bir mülakatı 21.3.1947 tarihinde Tasvir’de yayınlanır. Dülger’in aktardığına göre Veli’nin münekkitler (eleştirmenler) hakkındaki fikri şudur:

“Yosma kadınların, dünyadan elini eteğini çekme zamanları geldiği vakit işin yalnız dedikodusu ile geçinir bir halleri vardır. Yalnız yosma kadınlarda değil de hevesi kursağında kalmış, yahut, bir baltaya sap olamamış insanlarda bu hal göze çarpar. İşte münekkitlerin hali de bana bunları hatırlatıyor. İşin dedikodusu ile geçinmeyi bir iş saymak istiyorlar…”

Ne zaman herhangi bir tanığı bulunmayan, muhatabı hayatta olmayan ve büyük çıkarımlar içeren bir anekdotla karşılaşsam aklıma yukarıda verdiğim örnek gelir. Eski dostumuz Yavuz Selim Demirağ’ın “Kimmiş Amerikancı?” yazısını okur okumaz aklıma geldiği gibi…

Bir köşe yazarı her şeyden önce hakikate aşık olmalı. Oktay Akbal’ı hasta yatağında ziyaret ettiğim bir gün (hastahane odasında eşi ve TGB Genel Sekreteri Özgür Bursalı da vardı) zor koşullarda gazeteciliğe başladığını ve bu görevi sürdürmesinde en büyük etkenin gerçek aşkı olduğunu söylemişti. Türkiye’nin üzerinde emperyalizmin tahakkümü derinleştikçe, gerçeğe bağlı gazeteciler bir bir tasfiye edildi ve ortalık GLADYO’nun tetikçilerine kaldı.

Bir köşe yazarına her yerden bilgi yağabilir, normaldir. Bu bilgilerin bir bölümü gerçek olduğu gibi bir bölümü de dezenformasyon amacı taşıyabilir. Hayatta en hakiki yol göstericinin bilim olduğunu düşünen bir köşe yazarı elindeki bilgileri olgularla sınar. Gerçeği hurafeden ayırır ve öyle yazar. Söz gelimi biri çıkıp size “Aydınlıkçılar Amerikancı” diyebilir. Siz ilkokul talebesinin saflığı ve şaşkınlığı içinde, “bak gördünüz mü Aydınlıkçılar Amerikancıymış” diye ortalığı ayağa kaldırırsanız, en yakınınızdakiler başta olmak üzere herkes size kıçlarıyla güler. Oysa; bilim insanı namusunu taşıyan bir yazar bu “bilgi”yi Aydınlık Hareketinin 50 yıllık tarihi içerisinde sınadığı zaman şöyle düşünür: “Birileri beni oltaya getirmek istiyor ve benim üzerimden bir takım projelere alan açmaya çalışıyor.”

Anlaşılan Yavuz Selim Demirağ “Kimmiş Amerikancı?” yazısıyla GLADYO’nun oltasına takıldı. Ancak bu en iyimser yorumumuzdur; çünkü biz eski dostumuzun başka hesapları olabileceğini düşünmek istemiyoruz.

BANA TANIĞINI SÖYLE SANA KİM OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM

Demirağ’ın Aydınlıkçıları karalamak için fikirlerini dayandırdığı “tanıklara” bakınca irtifa kaybının sonunun olmadığı görülüyor. Düşüş bir kere başlamaya görsün, en dibe çakılıncaya kadar sürüyor.

Aydınlıkçılara Amerikancı diyen kim? Demirağ’dan başka tanığı olmayan bir görüşmede artık hayatta bulunmayan Alparslan Türkeş. Peki, Türkeş bu fikri kime dayandırıyor? Gene başka tanığı olmayan bir görüşmede artık hayatta bulunmayan Kemal Ilıcak’a. Demirağ’ın tanıkları bunlardan mı ibaret? Hayır, bir de Gün Zileli var.

Tanıkların hayatta olup olmamasının, görüşmelerde üçüncü kişinin bulunup bulunmamasının ne anlamı var, denilebilir. Sonuçta ortada bir tez var. Doğru ama Orhan Veli’yi haksız çıkarmak istemem. Hem sonuçta ölülerle değil dirilerle tartışmalıyız.

Söz konusu yazıya Selim Demirağ’ın bir fikri katkısı yok. Yazının büyük bir bölümünde konuşan Alparslan Türkeş’tir. Tam Demirağ fikrini söyleyecek dediğimiz anda ise sözü Gün Zileli alıyor. Zileli ile Türkeş aynı yazıda, aynı fikri temelde kucaklaşıyor. Allah ayırmasın!

Alparslan Türkeş ve Amerikancılık konusuna girmeye bilmiyorum gerek var mı? Çünkü bu konu ciltler dolusu kitabı dolduracak veriler barındırıyor: Hem öyle gevezelik boyutunda da değil; bizzat Ülkücü hareketin pratiğiyle.

Madem ki konu Amerikancılık şunu söylemekle yetinelim, gerekirse uzun konuşuruz: Türk-İslam sentezine dayanan, esas rengini Antikomünizmin verdiği, Antikomünizm üzerinden NATO konseptine bağlanan, ABD’nin Sovyetler’i çevreleyen Yeşil Kuşak projesinde rol alan Ülkücülüğün mimarı Perinçek değil, Türkeş’tir! Antiemperyalist, laik, aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı içeriğiyle bir devrim programı olan milliyetçiliği savunan Türkeş değil, Perinçek’tir.

KADERE BAK: KİMLER KİMLERLE YAN YANA

Söz konusu Aydınlıkçılara saldırmak olunca liberalinden İslamcısına, milliyetçisinden sosyal demokratına herkes tek bir ideoloji altında birleşiyor: Antiaydınlıkçılık. Aydınlıkçı düşmanlığının zorunluluğu bu: Mangalda kül bırakmayan milliyetçiler en sonunda Gün Zilelilerle kucaklaşıyor.

İşte Yavuz Selim Demirağ gibi dostlarımızın çıkmazı buradadır. Kahve köşelerinde batak masasından siyaset yapmak insanları gerçek körü haline getirir. Çünkü kafa batakta batmamak için yapılan hesaplarla doludur. Belki batakta batılmaz ama bu tür yazılarla Türkiye siyasal hayatında çıkılamayacak bir bataklığa saplanılır. Bu aslında, milliyetçiliği ülkücülük zannedenlerin dramıdır: Ya mafyacılık oynarsınız ya da kahve köşelerinde batak! Necip Fazıl’ın izine düşersiniz. Bir de bakarsınız ki “GLADYO’nun kraliçesini” yaz aylarında serinleten yelpaze oluvermişsiniz!