Yazısız kalmak, yazıya bulaşmak!
Görülebilen bir yolculuktan söz etmek için yola çıkıyorum. Düş ve imge zamanından yani.
Bizi yazıya götüren duygunun ne olduğunu düşünürken; orada ötemizde duran nesnelerle ilişkimizi açıklayan, yer yer de tanımlayan yazının anakarasının neresi olabileceğini de kestirmeye çalışıyorum.
Doğrusu bu olgu, benim için, düne ait bir düşünme yordamıydı. Yani yazının keşif yolculuğunda karşıma çıkmıştı.
Yazının keşfi, her okur gibi, okuma çabasıyla başladığına göre; dilin de kapılarına buradan ulaşmışızdır . Kavrama, anlama, tanıma, bilme, yorumlama yolculuğudur bu bir anlamda. Hayatı tanıma biçimlerini bize sunan bu eylemin adına ne dersek diyelim; okurluk yazı imgesinin tanınmasıyla başlar. Yazının öğreticiliğinde adım adım ilerlerken okuma biçimlerini kavramaya çalışırız.
Bizi buradan düş ve imge zamanına götüren, geldiğimiz çizgiyi aşmak, başka bir yere varmak, düşünceyle tanışıp yüzleşmektir.
Sanırım bu da yazının gizini keşifle başlıyor. Öncelikle okuyup bağlandıklarımızla yol alıyor, dahası onlardan devşirdiklerimizi defterimize geçmeye başlıyoruz.
Yazı ritüelini kavrama sürecinin ilk adımını böylece yakalarız.
Kendi adıma şunu söyleyebilirim, öyle durup dururken yazmaya başlamaz insan. Bilme, anlama, öğrenme süreçlerinden geçerek hayatın ivmesine kapılması gerekir insanın yazabilmesi için...
Geldiğiniz kıyıda şu duyguyu derinden hissederseniz yazıdan kopmaz, okumaya tutunursunuz: Yazıdan kopmak hayatı anlamamak, yaşadığının, varoluşunun anlamını kavramadan yol almak öldürücüdür. İşte o zaman yazıdan/yazılanlardan kopmaz, okumaya tutunursunuz.
Bunun herkes için böyle olabileceğini düşünemem elbette.
Hayatımızda yer edip bizi biçimlemesine olanak tanıdığımız tutkularımıza, alışkanlıklarımıza, yaşam ritüellerimize dönüp bakalım bir. Herhangi birinden kopmanın, ya da bunları yapamamanın hayatımızdaki girdabını düşünelim...
Bir kopuş, çöküş başlamaz mı içimizde?
İşte yazısız kalmak da öyle bir şeydir benim için.
Peki, siz de hiç dönüp kendinize baktınız mı sevgili okurum; okuma eylemi hayatınızın neresinde, yazmak sizin için ne ifade ediyor?
Gündelik yaşamınızı sürdürürken anadilinizle alışverişiniz yalnızca konuşma düzeyinde mi? O dille yakınlığınızı okurluktan yazmaya dönüştürmeyi düşündüğünüz ânlar olmadı mı hiç?
Ben okumanın, yazmanın yalnızca yazarların işi olmadığını düşünürüm. Bunu bir iş/uğraş edinenlerin yazması bir yana; okuryazar birinin yazıyla ilişkisinin kaçınılmazlığına inanırım.
Edindiğimiz işin gerekliliklerini not etmek, gündelik hayatın seyrinde gelip bizi bulanları bir yere kaydetmek, düşüncelerimizi yazabileceğimiz bir defterin yanı başımızda durması az şey midir? Bunu yaşama biçimimizin ayrılmaz parçası kılmak bazen hayatımızı kolaylaştırır.
Ötede ise; hayata tutunma yolu olarak yazıyı seçme kıyısına bile getirebilir bu alışkanlık insanı.
Yazmak doğuştan gelen bir yetenek değil. Öğrenilebilir, yolu yordamı üzerinde çalışılırsa yapılabilir bir iş/uğraş aslında.
Bu yolu seçmek sizi yazısız kalmaktan kurtarabileceği gibi, yazgınızı da değiştirebilir.
Bunu denemek için cesaretlice ilk adımınızı atmak yeterli. Ama şunu da göz ardı etmemenizi dilerim: “Benim yazarım” diyebileceğiniz bir yazarı/yapıtı kendinize “usta” bellemeniz işinizi daha da kolaylaştırabilir.
Göreceksiniz, yazıya bulaşmanın hoş bir yanı var!