Yazmak cesaret ister...


Suskun bir toplum olduğumuz bir gerçek... Bu suskunluk yalnızca genel bir tanımla içine soktuğumuz kamuoyu ile sınırlı değil; onun ötesinde; kamu oyunu yönlendiriciliğe soyunmuş yazar çizerinden sanatçısına, akademisyeninden , köşe yazarı - TV haber programcılarına kadar uzayıp gidiyor... Belirli konularda gereğinden fazla konuşkan olan bu çevreler, konuşulması gereken konularda ise nedense ölümcül bir sessizliğe bürünerek sessiz-sedasız kalıp,. Yalnızca izlemeye geçiveriyorlar... Nedeni ise gayet basit: aman bana bir şey olmasın....
Oysa ki “bizlere bir şeyler olmasının olasılığı olmayan konularda” her kafadan bir ses çıkıveriyor. Nasıl olsa bir şey olmaz diye... Ama konuşulacak yerde o sesler birden bire susuveriyor. Kimse o sularda, sanki kazanılmış bir hakmış gibi, konuşmama, suskunluk içinde kalma hakkını kullanıyor...
Bu suskunluk; bilinen ve kimi çevrelerin devamlı yineleyerek aslında kendi konumlarına gönderme yaptığı bir politik baskından filan gelmiyor. O işin bahanesi...Bakın 70 küsur yaşları çoktan aşmış Müjdat Gezen ile Metin Akpınar nasıl konuşuyor... Çünkü halk da bu sanatçılar da suskunluğun kendilerine hiç yakışmayacağını çok, ama çok iyi biliyorlar...
Benim sözünü edeceğim suskunluğun ardında; memleketi derinden ilgilendiren -bedeli o denli ağır olan- önemli konular filan değil, yalnızca belirli meslek gruplarını ilgilendiren konular bulunuyor. Yani, bir açıdan, suskun kalmayıp, konuşup, yazan çizenleri arafta bırakacak sorunlar.
Geçtiğimiz günlerde bu konuda, kamuoyunu ilgilendiren iki olay yaşandı. Birincisi üzerinde değişiklik yapılan sinema yasası, diğeri ise Yılmaz Özdil’in 2500 TL. satılan Atatürk kitabı....
Her iki konuda da konuşup-yazması gerekip, olumlu ya da olumsuz düşüncelerini ortaya koyacak kişiler, nedense- bu nedense alışkanlıktan, yoksa nedenleri çok iyi biliniyor- birden bire suskunluğu bürünüp “aman, ne olur olmaz ben bu topa girmeyeyim” ya da Yılmaz Özdil’in yazdığı gibi “...aman bana saldırmasınlar diyerek ölü balık taklidi yapmalarına rağmen, her konuda fikir beyan edenlerin, dört gündür -şimdilerde dört günü çoktaaan geçti ya- sanki telefonlarının şarjı bitmiş gibi kapsama alanı dışında gezinmeler” gibi tuhaf bir konumun içinde tutsak oldular.
Oysa ki her iki konu üzerinde de, herkesin her bir konuda dile getirdikleri o bilinen politik bir baskı yoktu. Yalnızca tek bir şey vardı; o da; kendilerini korumaya almak, topa girmeyerek, işin içinden “Ne me lazım...” diyerek, yara almadan, çıkarlarını zedelemeden sıyrılmak.
Daha dün o anlı-şanlı, çok ama çok tanınan, konuştukları zaman mangalda kül bırakmayan yapımcılar iş mısır bilette gelince nasıl birileriyle uzlaşma konumuna gelip” ama bunu büyütmeyelim aramızda kardeşçe çözelim” lere yönelip sinema için çabaladıklarını söylediler. Ama iş tüm sinemayı kapsayan yasaya gelince, hemencecik üç maymunu oynamaya başladılar.