Yazmayınca, Erzurum: (2) TURNA KATARINA BENZER ÖMRÜM...

-Arslan Kılıç’a 

Bir üryan dil, orada sağıntısında zamanın. Kapanmıştır kapıları kentin. Sensizleşmek burcunda bekleyen, ayrılığın kadim yolcusudur.  

“Gel haberi nerden verek,” diye başlardı âşıklar kahvesinde dinlenilen bir hikâyenin derbenti. Evet, debdebeli günlerdi. Ne ay doğardı kentin solgun yüzüne, ne de karlı yollarında zankaların iz bıraktığı gecelerin ayazı alırdı sizi içine. 

Bekleyen bir kent vardı karşınızda. 

İnsanlarının suskun, içe dönük yanını ele veren her daim sözdü. Bunu da her yerde, uluorta etmez; yeri zamanı geldiğinde dillendirirdi. Çünkü sözle başlayan gününü gene sözle kapatırdı. 

Kente biçilen bir rol vardı; “Doğu’nun sınır taşı!” Bunu, biraz da; halim selim Erzurum insanını kışkırtmak için söylemişlerdir bana göre. 

Her dönem, her çağ kenti bir “askerî karakol” olarak görmüş. Osmanlı-Rus ilişkilerinde bile kilit taşı niteliğindedir. Öyle ki, kente dair en büyük arşivin Ruslarda olduğu söylenir. 

Kentin kültürel ve tarihsel dokusunda derin iz bırakan, ekonomik yapısını belirleyen Ermenilere dair suskun, mesafeli, hatta kırgın duruşunu anlamak çok zordur. 

Öyle ki, Rusların buradaki Ermenileri vurucu bir güç olarak harekete geçirmesi kenti derinden yaralamıştır. Ve o acı, Ermenilere dair her bir şeyi kentten kazıyıp silmeye kadar götürmüştür. 

Erzurum’un yazılmayan tarihinde derin bir yaradır bu kalkışma, kırım ve kıyım. 

Bugün, halen “Moskof” diye anılan Ruslar’ın yaptıklarından dolayı, Erzurum’u “Erzurum Yolculuğu”nda anlatan Puşkin’e bile mesafeli durur kentin insanı. 

Halit Refiğ’le kentin sokaklarını adımladığımız bir gün; “Bırakılmış bir kent burası, ve giderek de el değiştirmiş. Oysa geçmişin izlerini yaşama yansıtmalı, yaşayan bir kent kılmalı Erzurum’u,” demişti. 

Sanırım o yolculuğumuzdan sonradır Refiğ’in “Puşkin Erzurum’da” senaryosunu yazması. 

Onun deyimiyle, tarihte “mucizeler yaratan” bir kenttir Erzurum. 

“Kar Masalları” öyküler kitabım üzerine bir yazı yazan lisedeki edebiyat öğretmenim Muhammet Alkaşi’nin kitaba ve Erzurum’a dair söyledikleri yazılmayan Erzurum’un çok yönünü de anlatıyordu bence: 

“Feridun Andaç’ın Kar Masalları kitabının kapağına baktığımda kendi kendime; “ ‘kar’ motifini işlemek, hatta kitaplara ad olarak vermek moda oldu” diye düşündüm.  

On yıla yakın Erzurum’da kaldığım için yazılanlarda sadece yazarı değil, kendimi de buldum . Bu eserin bir ‘kar’ modasından kaynaklanmadığını, tam aksine yazılması gereken bir eser olduğunu gördüm. Erzurum’u bu eserde maddi ve manevi olarak yaşıyorsunuz. Yazarın geçmişi nasıl anımsadığını gördüm. Geçmiş bir masal gibi; fakat yaşayan, canlı bir masal . Sorsalar ‘masalın gerçeği olur mu?’ Derim ki “olur”. İnanmıyorsanız Feridun Andaç’ın Kar Masalları’nı okuyun.  

Kar Masalları’nı okurken anamı hatırladım. Kitaptaki “Huma Kuşu” bölümünü okurken anam aklıma geldi. Biliyorsunuz masallarda meşhur üç tane kuş vardır: Huma, Anka, Terlan. Annemin adı Terlan’dı. Andaç’ın anlatısını okuyunca belleğimde onunla ilgili anılarım canlandı.  

Günümüzün yatılı okulları gibi, annemin küçüklüğünde, Fevzi Çakmak döneminde de Ermenistan’dan gelen Kürtleri asimile etmek için Türkleştirme okulları açılmış. Annem de bu okula birkaç günlüğüne gitmiş. Öğretmen tahtaya Türkçe birkaç cümle yazmış. Demiş ki: “Hanginiz bu Türkçe cümleleri en kısa zamanda ezberlerse, onu sınıf birincisi yapacağım.” İlk ezberleyen annem olmuş ve sınıf birincisi olmuş. Cümleler de şöyle: “Dil, zil, kuzu meme emer mi ? Emer. Undan ekmek olur. Çalışkan kazanır yer. Tembel şapa oturur.”  

Yazarın sözcük bahçesinden, elimle dokunduğum, hissettiğim sözcükleri, yaşam biçimime uyanları derledim. O sözcüklerle ne çok iç içe yaşamışız. Frekans değerleri benim için çok yüksek sözcükler. Tandır, gaz lambası, kar, boran, tipi, kolan, at, üzengi, ayaz, sımışka, Acem ekmeği (lavaş), rapata, v.s.... Bunca geçmiş zamana ve teknolojiye rağmen, halen bizimle yaşamını sürdüren, benliğimizde yer etmiş sözcükler. 

KarMasalları’nı okudukça, gözlerim bir projeksiyon gibi Erzurum’un resmini çekti. Erzurum’un çeşmelerini gördüm: Tabakhane, Cennet, Sofular, Muradiye, Mahallebaşı, Kümbetler, Tebrizkapı. Erzurum’un tarihi eserlerini gördüm. Semt ve pazarlarını gördüm. Hacılar Hanı, Ulucami, Çifte Minareler, Hemşin Pastahanesi, Doğu Sineması, Gürcü Kapı, Kavaflar, Bakırcılar Çarşısı, Yakutiye Medresesi, Ermeni yapıları, Cincime Sultan Türbesi, Esat Paşa Mahallesi, Kuyumcular Çarşısı. Erzurum’un kongre binasından da bahsedilmiştir. O binanın içinde eğitim yapan Atatürk Yapı Sanat Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptım. Erzurum Kongresi’ne katılan kişilerin adları ve geldikleri iller kayıtlıdır, resimleri asılıdır. Kongreye katılan kişilerin büyük bir kesimi Kürt nüfusunun yaşadığı illerimizden gelmişlerdir. Şeyh veya ağadırlar. Herhalde Atatürk halka anlatmak istediğini anlatamadı. Atatürk, halkın kimi dinlediğini tespit etmiş. “Halk şeyh ve ağaları dinler.” Onları örgütlemiş. Kaldı ki Kürt kökenli ve halk üzerinde büyük nüfuza sahip bu insanları yanına alabilirse büyük bir güç kazanacağını da biliyor. Cevat Dursunoğlu’nun bahsettiği gibi “Milli Mücadelede Erzurum’un yeri büyük” olmuştur. Kürtler’in yeri çok daha büyük olmuştur. Erzurum Kongresi başarısız olsaydı, belki de kurtuluş savaşı farklı boyutlara taşınacaktı. 

Yazarımız, Erzurum’da askeri darbe sırasında herkesin kapısına gölge düştüğünü, belediye başkanının görevden alındığını, herkeste bir panik havasının yaşanmaya başladığını dile getirir yer yer. Mustafa’nın ‘68 Kuşağı’na nasıl kendisini kaptırdığından da bahsetmiş. Bildiğim kadarıyla Feridun Andaç’ın çocukluğu, Atatürk Lisesi’nde öğrenci olması nedeniyle de gençliği Erzurum’da geçmiş. Sonra da Erzurum’la hiç irtibatını koparmamıştır. Erzurumlu olan ve İstanbul Töb-Der Başkanı Talip Öztürk’ün, Erzurum’da öldürülen kardeşi Canip Öztürk’ün, kayınbiraderleri ve edebiyat öğretmeni Nabi’nin, Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde öldürülen Doçent Orhan Yavuz’un, Erzurum’da asistan iken düşüncelerinden dolayı tutuklanan öğretim görevlisi İsmail Beşikçi’nin, İngiliz Filolojisinde asistan iken apar topar evinden alınıp götürülen öğretim görevlisi Naci Gürşün’ün , lisede öğrencilik döneminde demokrat öğrencilere okul önünde yapılan saldırıların bir tanesinin bile yazarın yaşamında ve belleğinde yer almamasının nedenini bilmiyorum! 

Feridun Andaç, bu kitabında büyük bir saygı ile bahsettiği ve dünyaya gelmesine vesile olan annesi Emriye ve babası Niyazi’ye karşı görevini, Erzurum’a karşı da vefa borcunu ödemenin mutluluğunu yaşıyor. Kitabı okuyunca buna hakkı olduğuna ben de inandım. Bir yere ait olmak oradan güç alarak yerel ve ulusal boyuttan, uluslararası boyuta çıkmak bir başarıdır, bir güzelliktir. 

Tarih gözüyle Erzurum’a baktığınızda hep kavga görürsünüz. Erzurum Kongresi, Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı. Rus Tabyaları, elinde balta Nene Hatun v.s... Oysaki Kar Masalları’ndaki Erzurum, insan sıcaklığıyla dolu. Andaç’ın kişiliğinde yeri olan güzel bir Erzurum’dur bu ‘Çocukluk Yurdu’”.