Yemlenmenin kuş ve insan halleri

Sabahın saat 5’inde uyanılır mı? Uyandık işte. Rahmetli Attila İlhan’ın, bestesini de yaptığımız bir şiirini mırıldanarak, zifiri karanlık kayalık dağlara bakmaktayız:

“gecenin ortasında ne işin var
yıldızlara dokunma yanarsın
bak birazdan ay da batacak
karanlık bulaşmasın ellerine
tersin döner yolunu bulamazsın”

Yerimiz bir müzisyen arkadaşın evi. Şehrimiz Boulder, Colorado eyaletinde.

Sabahın bu saati, galiba ormandaki canlılar için de bir tatil zamanı olmalı ki, etrafta hiçbir hareket yok.

Kahve üstüne kahve içerek, uykumuzu dağıtmaktayız. Güneş de içinde bulunduğumuz kanyonun karlı tepelerinden yavaşça ışığını saçmakta dünyaya. Yine de kendi kafasına göre çok ağırdan almakta yükselişini. Elbette, bizim pencerenin öte tarafında sabırsızca kendisini beklediğimizi nereden bilsin ki!

GÜNEŞ DOĞAR ŞENLİK BAŞLAR

Arkadaşımızın dışarıya astığı ve ormandaki kuşların kolaylıkla yiyecek bulması için onlara kıyak yaptığı “kuş yemi tüpü” de penceremizin önünde, gözümüzün hizasında hareketsiz dururken, güneşin ışığından artık ağaçların silüetlerini görmemiz de mümkün hale geliyor.

Derken, sanki birileri alarmı saat 6:30’a kurmuş ta, ormandakileri mesaiye çağırmış gibi, ortalık şenleniveriyor. Küçücük incir kuşlarından, kocaman kuzgunlara ve lacivert renkli ve kafasında püskülü ile mavi alakargalara, acele bir ritim ile kuş yemi tüpüne saldırıya başlıyorlar.

Buraya kadar olağanüstü hiçbir şey yok elbette. Sadece zamanlama olağanüstü ve sanki bir emir yerine getirilmekte gibi. Asıl olağanüstü olan ve bizim bu yazıyı yazmamıza sebep kılan ise, kuşların bu yem aletinden yemlenmelerinin tarzı ve zorluğu. Bunların yemlenmelerini insanoğlunun yemlenmesi ile karşılaştırmak buradaki amacımız.

Elbette insanoğlunun yemek ile olan yemlenmesini kastetmemekteyiz bununla. Bizlere sunulan bilgi veya verileri, tıkıştırırcasına beynimize yazmamızı düşünmekteyiz bu karşılaştırmada.

TEK BİR YEM TANESİ İÇİN BİN BAKIŞ

Hele de o minicik serçelerin, bir tane buğdayı kuş yemi tüpünün içinden almak için kafasını acele ile çevirip dört bir yanını kollaması, saatlerce seyredilebilecek bir ritmik dans gibi idi.

Tüpün kenarını minicik pençeleri ile tuttuktan sonra defalarca sağına, soluna, hatta yukarıya doğru bakıp, acele ile delikten gagasını söküp, bir adet yem tanesi alıp yakındaki ağaca uçması görülmeye değer bir fiziki eylem olmaktaydı.

O taneyi güvenlik içinde yuttuktan sonra, diğer kuşlardan fırsat kaldığı anda, yeniden tüpün kenarına konup, yine defalarca etrafını kontrol ederek bir adet yem tanesi daha alarak hemen kaçmaktaydı.

Bu ileri geri uçmalar, yukarı aşağı bakmalar sayesinde “yemlenirken tuzağa düşmek” ihtimalini ortadan kaldırmış olmaktaydı bizim minicik serçemiz, orta boylu kuzgunumuz ve mavi alakargalarımız.

Yaklaşık iki saat bu sabahın telaşlı kahvaltısını seyrederken, insanoğluna böyle bir “yem tüpünde” sunulan bilgi ve verileri, birçoğumuzun bu kuşların onda biri kadar bile zahmet sarfetmeden yiyip yuttuğumuzu düşününce, bizleri bu ormandaki kuşlarla karşılaştıran bir yazı yazmak gerekliliğini duyduk.

Fırsatı bugün bulduk ve karşılaştırmamızı yaptık.

YEMLENEBİLECEKLER NE KADAR ÇOKMUŞ!

Elbette buradaki “insanoğlu” tanımımıza herkes girmiyor. Yani bu minik serçeler gibi önlerine atılan yemleri iyice inceleyip, ona göre tutum alanlarımız da var. Ama aslına bakacak olursan onların miktarının ne denli düşük olduğunu söylemek bile utanç verici bizce.

Özellikle de sosyal medya çağında ve bir şeyler okumanın giderek bir ayrıcalık hale geldiği bu zamanlarda, solcumuzun da sağcımızın da bu kuşlarla yapılan karşılaştırmada mağlup olduklarını belirtmemiz gerekiyor.

Zaten durum bu kadar vahim olmasaydı, memleketin içinde bulunduğu fikri yoksulluk ve yaratıcılıktan uzak aydın tayfası bu derece egemen hallere gelebilir miydi?

Gelin bir örnek verelim ve kuşlarla insanoğlunun karşılaştırmasını yaparken daha net olmaya çalışalım:

EMPERYALİZMİN YEPYENİ YEMLİĞİ: SOSYAL MEDYA

Emperyalist Batı’nın en son ve en gelişmiş silahı olan Sosyal Medya kanalları, aynen Kayalık Dağlarda arkadaşımızın penceresinin önüne astığı “kuş yemi tüpü” gibidir.

Nasıl ormandaki kuşlar sabahın köründe, daha önceden bildikleri bu zahmetsiz yem tüpüne gelip sabah kahvaltılarını bir güzelce yapmaktalarsa, insanoğlu tayfasının çok önemli bir bölümü de sabah kahvaltılarında elvan türlü sosyal medya uygulamalarının kendilerine sundukları bilgi ve verileri, iştahla beyinlerine indirmekteler.

Mesela geçen hafta birilerinin ortaya attığı “Hamas’ı Netanyahu kurdu ve yönetiyor” tarzında bir haber, Hamas’a bir türlü kanı ısınmayan çevreler tarafından, sanki kutsal kitaptan bir ayet okumuşlar gibi alınıp Hamas’ı kötülemekte kullanıldı.

Kendimizden bir örnek verirsek daha da iyi anlaşılabilir durum: Senelerdir sayın Doğu Perinçek’in Apo’nun elinden çiçek aldığına dair haber üzerine hiç bıkmadan, usanmadan spekülasyon ve dedikoduyu geçmeyen şekilde laf üreten bir “solcu ve bazı sağcı” kesimimiz de mevcut.

Bizler ne yapsak etsek, elvan çeşit teoriler üretsek, felsefi açıklamalar yapsak, bu kesimlerin fikirlerini, yani emperyalizmin sunduğu bu beyinsel yemleri yutmalarını engelleyememekteyiz.

YEMİ YUTMADAN BİR BAKSANIZ!

Halbuki, aynen o minicik serçeler gibi, o yem tüpü içindeki tanelerden bir tane bile almadan önce defalarca sağlarına, sollarına, hatta kafalarının üzerlerine bakıp, yemin zehirli veya maksatlı olmadığını, etrafta bu yemlenme sebebiyle kendilerine saldırı için bekleyen kocaman bir şahinin olup olmadığını test etmeleri beklenirdi.

Ama sadece bizde değil, hemen her kültürde, genel anlamıyla insanoğlu, özellikle de kendilerini Tanrının o ülkeye bağışladığı “fasulye gibi bir nimet” olduklarını düşünen aydınımsı çevrelerde, minicik serçelerin yemlenme tarzını bile bulamıyoruz.

Böyle olunca da her gün değişen bilgi ve veri yemleri ile, sürekli bir yerlere savrulan bir siyasi kesim, Türkiye’nin ve hemen başka her ülkenin fikri anlamda tepesine çöreklenmiş ve inatla oraya tutulmuş oluyor.

Bunu ABD’deki kendine aydın ve solcu diyen arkadaşlarımızda da görürken, özellikle Türkiye’deki aydın çevrelerin en büyük kusuru, düşünsel yoksunluğu ve yoksulluğu olarak kayıt altına alıyoruz. Kayalık Dağlar’ın serçeleri gibi olmayı ve kendilerine her sunulan bilgi, haber ve veriyi iştahla beyinlerine indirmemeyi dilemekten başka yapacak bir şey de yok gibi görünüyor şimdilik.