Yeni bir çağın habercileri

En yakın çevremizdekilerin bize uzak görünmeleri, hatta bazılarımızın sınırdaş ülkeler için ‘egzotik yer!’ gibi süper-Avrupalı sıfatlar kullanmaları en tuhaf durumlardan biri.
Bunun iki nedeni var denebilir.

Birincisi, yollar çok uzun süre kapalı kaldı.
Günümüzde bu durum kısmen de olsa değişti. En geniş seçenek havayolu kuşkusuz, ama adı üstünde, bu yol bir noktadan kalkıp bir başka noktaya havadan konmaktan ibaret. Yerin üstünden havayı çizgi boyu soluma olanağı vermiyor. Trenle gitmek isterseniz yalnızca iki hat var: batıya doğru Sofya - Bükreş’e, doğuya doğru Tebriz’e. Otobüsle gitmek isterseniz Balkanlara ve Avrupa’ya ulaşmak mümkün; doğuda Bakü’ye de uzanabilirsiniz. Toprak ya da deniz üstünden taşımalar olmasa da, artık kendi arabasına atlayıp örneğin yolu Moskova’dan İzmir’e kat ederek gelip gidenler var. Yollardaki kesintiler ve tıkanıklıklar açıldıkça, burnumuzun dibindeki ülkelere ilişkin cehalet, temelsiz hisler, önyargılar, hayranlıklar ve korkular buharlaşıyor. Bunların yerini görüp bilmenin verdiği gerçeğe uygun duygu ve düşünceler alıyor.

İkincisi, en yakın çevremizi Fransızca/İngilizce’den çevirilerle öğrendik.
Batı entelektüelleriyle yönetimleri, doğu dedikleri bizim buraları ve ardımızdakileri ‘kaba barbar’ diye kodlamışlardı. Aralarından buralara gelip de tanıyanlar genel olarak hayranlık duyduklarında, tanık oldukları farklılıkları, aslında yabancılığı daha da artırmaktan başka işe yaramayan ‘egzotik’lik diye tanımlamışlardı. Yani ıraksı, yabancıl, tuhaf, başka bir iklimin otu... kendi kendimize ve bize en çok benzeyenlere ‘egzotik’ sıfatı yapıştırmamız, yaptığımız en acayip işlerden biri oldu. Şimdilerde, aynı ulaşım ağlarında olduğu gibi, bu durum da değişiyor. Hâlâ ağırlıklı olarak İngilizce’den çeviri fikirlerin aracılığıyla öğreniyoruz; ama en yakınımızdakileri doğrudan kendimiz öğrenmeye başladık. Bu, tarihsel önemde, büyük bir kırılmadır.

Evin ikinci çocuğu minik köpeği ‘Köpük’ü yanına alıp Moskova’dan arabasına atlayan ve on gün için İzmir’e düşen adam, böyle yolcularla yolculuklar, batı-merkezli düşünce dünyamızın üzerindeki ipotekleri hızla yüke dönüştürüyor.
Bize de, şimdiye kadar baktığı yerde barbarlık ya da gördüğü yerde egzotizm bulan, çıkarına ölümüne bağlı ve benliğine budalaca hayran batılı süzgeçten öğrendiklerimizi sıkı bir eleştiriden geçirmek gibi şenlikli bir görev düşüyor.

Az iş değil.
Batı-merkezli yazılı kaynaklarımız içinde çok bilgi var. Değerli bilgiler var. Bunları bir yana atmak akıllıca değil. Ama bu bilgilerin hem seçiminde hem işlenişinde hem de çıkarılan sonuçlarda gömülü ‘zihniyet’ büyük bir sorun oluşturuyor.
Örneğin Rusya’nın ulusal varoluş kodlarını, Belge Yayınevi eliyle, Rusya’dan göçme sonradan Fransız vatandaşı Alexander Koyre’den öğrenmeye mahkum edilmiş gölgeli fikir dünyamızdan ders alarak, kuşkucu okuma şart.
Nasıl şart olmasın? Söz konusu yazar bu kitapta “Ruslar tarih felsefesinin temelini nasıl attılar?” gibi büyük bir soruyu araştırıyor. Ve yazısını şöyle bir duyguyla başlatıyor: “Alman felsefesiyle tanışmak, bu düşünce girmemiş zihinlerde nasıl bir etki yapmıştı?” Thomas Kuhn’un paradigma teorisine ortak koşulan ‘yüksek bilimci’den Rusya/doğu söz konusu olunca öyle bir söz ki! İçbakışı öyle aşağılayıcı ki, bu söz kavgada söylenmez!

Ama zihin temizliğini başarmak çok zor da değil.
Çünkü zamanı geldi. Artık Avrasya bölgesinde yaşam kuran yeni bir kuşak ve batı-aracısı olmayan genç entelektüellerimiz var.