Yeni dönemin yeni kodları ve mecburiyetleri üzerine: (1)
Son zamanlarda yazmış olduğum hemen her yazıda, konuşmuş olduğum hemen her konferans ve panelde bunu hep ve ısrarla söylüyorum: ormanda yolumuzu kaybettiğimizi fark ettiğimizde yapmamız gereken ilk şey durup şöyle bir sakinleşmek; sonra da etrafa düşünen yeni bir zihinle ve dikkatlice bakılması gerekir diye düşünüyorum.
Bugün tam da o yeni dikkatler noktadayız kanısındayım.
Fakat her şey o kadar sapmış; kafalar o kadar karışmış; değerler, kriterler, geçip gelmiş olduğumuz her nokta öylesine manipüle edilmiş ve kaybolmuş durumdaki gerek dünyada, gerek ülkemizde hatırlamış olduğumuz o ilk ve son masumiyet noktasına, yani o asıl başa yeniden dönme yetisini bile yitirmiş bakış açıları, siyasetçiler, sanat kültür savunucuları da, sanatçılar da, sanat yazarları ve küratörler de, sanat koleksiyonerleri ve müzeciler de yerlerini, yönlerini şaşırmış o yüzden de bu alabildiğine yalın gerçekliği bir türlü hatırlayamaz durumundadırlar artık.
Sanat neydi, sanatçı kimdi, çağdaş sanat ya da çağdaş sanatçı hangi kriterlere sahip olmak zorundaydı ve onlar da kimlerdi.? Aslında ne ve nasıl yapılması gerekiyordu vb. soruların cevaplarını dahi yeniden yeniden düşünme noktasındayız aslında.
Çünkü bugünü anlamak da, geleceği anlamak da, -hadi daha da ileri gideyim- yeni Türkiye’yi ve onun siyasi, ideolojik muhtemel çağdaş geleceğini ve bunun içerisinde yer alması gereken çağdaş insani değerleri de, o değerleri özünde taşıyan çağdaş sanatı ve şiiri de, sanatçıyı ve şairi anlamak da aslında tümüyle buradan çıkacaktır kanısındayım.
Fakat bu, o ya da asıl olan neydi üzerinden hatırladığımız şeyleri tekrarlamak için değil, onu yenilemek, yeniden tanımlamak ve işlevlendirmek için...
Eski ile yeninin birbirine karıştığı çapraşık bir kaosun içinden -her anlamda- sıyrılma günlerindeyiz çünkü.
Doğrusu ya: yolunu çoktan kaybetmiş ya da kaybettirilmiş olanın, biliyor olduğu o son noktaya dönmek için çaba harcaması kadar akıllı başka bir önerisi olan varsa beri gelsin.
Doğal olanın, kendi içsel, dilsel, formsal gelişmelerin dahi aslında başlı başına bir masumiyet alanı olduğunun bilindiği o yaratıcı özgürlük koordinatları yeniden hatırlanmalı!
Sahici, hakiki, yeni ve özgün olanın baştan çıkarıcı masumiyeti yeniden kutsanmalı!
OLANAKLAR VE DÜŞÜNCELER
Türkiye’de uzunca bir süredir büyük bir siyasi körlük “gaflet ve delalet” halinin yanı sıra aynı zamanda entelektüel anlamda ideolojik, bilgisel, kültürel bir körlük, basiretsizlik, şaşkınlık durumu yaşandığını ve bu kaos sürecinin sonuna gelindiğini bilmeyenimiz, görmeyenimiz yok.
Hem de uzunca bir süredir: hem dünyada hem de Türkiye’de.
Aşırı körlük durumu işte tam da bu noktada daha da trajikomik bir durum kurmaktadır. Aklınca dışında ama farkında olmadan tam göbeğinde. Yani tam bir Deve Kuşu’luk durumu hali...
Özgün düşüncelerin ve formların üretilemediği, üretilse dahi rağbet görüp değerlendirilmediği, desteklenip sahip çıkılmadığı, özgürlük ve özgünlük yerine donmuş, tıkanmış, demode içeriklerin, kavramların, çağdaş sanat ya da siyaset tutumlarının Türkiye temsilciliklerinin tercih edildiği, rağbet gördüğü, iktidar olarak atandıkları bir sürecin sonuna gelip dayanmış durumdayız oysa.
Tarihsel olarak bütün dünyada birden aydınlanmacı kültürel, ideolojik masumiyet kaybolduysa, neoliberal küreselleşme projeleri bildik bütün insanlık değerlerini tarumar edip kadim insana aşırı yabancılaştırdıysa, artık apansız insanın-insanlığın ve onun sahici çağdaş ifadesi gerçek çağdaş sanatın ve yeni ideolojik çizginin belirmesi gerektiği bir sürecin ışıkları çoktan yanmaya başlamış demektir.
O zaman da, doğal olarak yeni içeriklerin de, yeni özgün ve yaratıcı bağımsız formların da emperyalizme ve onun kültürel-ideolojik projelerine, payelerine, paralarına karşı onurlu bir duruşta, isyanda, itirazda belireceği yeni bir döneme geçiyoruz demenin tam zamanıdır.
Sanat tarihçisi ve sanat eleştirmeni Leo Steinberg New York Modern Sanatlar Müzesi’nde daha 1968’li yıllarda vermiş olduğu bir konferansta iddialı bir kehanette bulunmuştu:
“Sanat artık bizim bildiğimiz sanat değil. En geniş anlamında sanat, nakit para demek. Giderek büyüyen dorukları da dahil sanatın tamamı, bildik ekonomik değerler tarafından yutulmuş durumda. Bir on yıl daha geçsin, banka kasalarında resim biçimindeki teminatlara dayanan yatırım fonlarının saklandığını göreceğiz.”
Aradan elli küsur yıl geçti ve “resim biçimindeki teminatlara dayanan yatırım fonları” sürecinin arkasından 1990’lı yıllarla birlikte yeni bir süreç başladı. Bu yeni sürecin merkezinde ise esas olarak “fonlar” ya da “piyasa” kavramlarının birer örtü ve yem olarak kullanıldığı uluslararası neoliberal bir küreselleşme (bir tür emperyalist neoliberal siyasal, ekonomi, kültürel teslimiyet) değersizleşmesi, enstrümanlaşması yer alıyordu.
(Devam edeceğim!)