Yeni dönemin yeni kodları ve mecburiyetleri üzerine: (3)
Aslında konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum. Fakat göz göre göre hem de sözüm ona fikir ya da bilmem ne adına neredeyse 30-40 yıldır yapılanları söylenenleri hatırlayıp günümüzde gelinen beyhude boşluk durumuna baktıkça yazmadan da duramıyorum doğrusu.
Hani bazı zorunlu anlar vardır: hayatta, işte, ticarette, zar zor alınmış bir kredinin zamanı gelip çattığında ödeme zorluğunda, düşüncede, sanatta, bilimde, yaratıcılıkta, günlük hay huyda vb. hep olduğu gibi fakat özellikle de son 30-40 yıldır Türkiye’nin önünde öyle bir zorunlu kritik bir eşik durumu söz konusu ki yeni bir aklılla aşılmadan ilerlemek olası görünmüyor neredeyse?
Öyle ya nereye gitti o 30-40 yılık sürecin o pek iddialı, ateşli “modernizm bitti şimdi postmodernizmin zamanı” türü sözde bilimsel kılıklı tartışmalar? Niye, ne oldu da unutulup artık kullanılmaz oldu bu sihirli kavram?
Bu eşik soruya günümüzden bakılarak akıllı bir cevap üretmemiz gerekmez mi?
Öyle ya görülen o ki çağdaş yeni gerçeklikler ya da muhtemel bir çağdaş öngörü üzerinden yeni bir bakış içeriği kurulamasa da bittiği üzerine kitaplar dolusu sözde teorik iddialar öne sürülen “modern”e ilgi nasıl oluyor da hala sürüyor ama neoliberal küresel proje kurgusal büyük iddia “postmodern”in kendisi çoktan sona ermiş ya da geri çekilmiş görünüyor.
Hep söylüyorum Türkiye’de sadece neoliberal “sol” cenah çökmedi onun tam karşı yanında duran öteki “sağ” cenah da çöktü.
Hatırlayalım: şu son 30-40 yıllık kısacık sürede bile ne çok “son”lar teorileri ortaya atılmış fakat hepsi de günümüzde tek tek terk edilmiş durumda değil mi?
Hatırlayalım: Ergenekon sürecinin temel postmodern kurgu figürü ucube Osman Yıldırım kimdi ve sonradan neyi itiraf edecekti? “Kemalizmi yıkma projesi yapmıştık.” Peki yıkabildiler mi?
Yine aynı neoliberal küreselleşmeci projenin neoliberal küreselleşmeci sözde küratörleri, köşe yazarları tasarlanmış bir saldırı ideolojisi olarak “postmodernizm” ile moderniteyi yıkmaya çalışmadılar mı? Peki yıkabildiler mi?
Peki neoliberal sol sözde çağdaş sanat ortamındaki küreselleşmeci yeni küratörler ile sözde entelektüellerimiz de bu ideolojik kumpasın en büyük rolü gönüllü olarak üstlenmediler mi? Bu rolün karşılığında ise bazıları kendilerine para makam ün edinmediler mi? Peki şimdi neredeler bu isimler?
Fransız yeni düşünürleri ile Derrida, Delauze, Guttari vd. merkezli yarı sosyolog sözde felsefecilerden yola çıkarak sözde “çağdaş sanat” yol arayışına dalmamışlar mıydı? Vara vara vardıkları yer ise hilkat garibesi “güncel sanat” kavramı olmadı mı? Dahası o uyurgezer halleriyle hızlarını alamayıp sözde kavramsal sanat (enstalasyon, digital art, flukssus vb,) iddialarıyla akıllarınca tuval resmini yok etmeye girişmemişler miydi? Peki edebildiler mi?
ÇAĞDAŞ SANAT NASIL OLUYOR YANİ?
Elimde AICA TÜRKİYE / Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği tarafından 7 yıl önce yapılmış olan 1980’lerden Günümüze Türkiye’de Görsel Sanatlar / Tanıklıklar ve Paylaşımlar başlıklı bir dizi panel çözümlerinin yer aldığı ve CORPUS yayınları olarak yayımlanmasına katkıda bulunduğum Çağdaş Sanat Nasıl Oluyor Yani? kitabı bulunuyor.
Kitapta çağdaş sanat ortamlarından birçok bildik isim tarafından 1980’li, 1990’lı, 2000’li yılları esas olarak, İlkler, Ah O Güzel Günler!, Paradigmalar, Paradigmaların Değişimi, Ütopyalar, Yeni Aktörler, Sınırları Aşmak, Sınırlar ve Ötesi, Dünyaya Dokunmak, Makro - Mikro, Çoğul - Tekil, Önce - Sonra, Olanlar - Olasılıklar, Kaotik - Hızlı - Hiddetli, Tarihin Çizgileri,Kesişme Noktaları, Türkiye’nin Bir Kültür Politikası Yok! vb. konu başlıkları üzerinden çağdaş sanat konuşuluyor.
Yani aslında konuşmacılar 40 yıllık bir süreç bağlamında çağdaş sanat kavramı üzerinden esas olarak düşünce sanat ve kültür kavramları üzerinden asıl Türkiye’nin çağdaşlaşma tarihinin kodları ve handikaplarını konuşuyorlar. Çok da iyi ediyorlar. Çünkü kitap Türkiye’de son 40 yılın ilgili alanlardaki doğru-yanlış yeterli -yetersiz birikimlerini belgesel bir biçimde önümüze koyuyor.
Ne var ki böylesi bir çağdaşlaşma serüveninin aslında ne olduğunu ya da olmadığını anlamak için söz konusu sürecin öncesine de gidilmediğinde doğru bir saptama yapmak ister istemez ayakları havada bir tutuma evriliyor.
Çünkü, öyle yapıldığında çağdaş sanat alanı doğrudan uluslararası neoliberal kürüselleşme politikalarının ardılı ya da enstrümanı olarak kabul görmeye başlanıyor ki bu da ister istemez çağdaş diye adlandırılan sanatın ve felsefenin küreselleşmeye angaje hale getirilirmesi bir yana zaten tarihsel ayakları ve kökleri iyice açıkta kalıyor ki bu da zeminin giderek kurumaya başlamasıyla sonuçlanıyor sanki?
Elbette çağdaş sanatın da kendisine ait bir alan tarihi var. Ne var ki bu tarih, toplumsal siyasal, düşünsel kültürel tarihten koparılarak ele alındığında doğal olarak kendiliğinden temelsiz, uçucu bir
uyurgezerliğe dönüştürülecektir ister istemez. Öyle yapıldığında da zaten çağdaş sanatın dönemsel olanakları ve handikapları bağlamında kendi tarihi de yazılamayacaktır.
Öyle ya çağdaş sanat alanlarında her ne kadar yalnızca 1980’li, 1990’lı ve 2000’li yılları konuşmayı seçmiş olsanız da sanki daha öncesi hiç yokmuş gibi davranılarak neyi nasıl saptayacaksınız ki?
Hem de bunu diğer alanlardaki cumhuriyet devrimi, çağdaşlaşma, muhtemel bağımsız yenilik öngörülerinden koparıp da neoliberal küreselleşmeye angaje bir içerik ve kavramlaştırmayla sınırlayarak nereye varılabilir ki?
(Devam edeceğim!)