Yeni Kapı Ruhu ve Lozan
Tayyip Erdoğan’ın Lozan’ı kötüleyen çıkışı AKP’lilerin bir kısmında bile rahatsızlık yarattı.
Bu saldırının Amerikancı darbe kalkışması sonrasında Yenikapı ruhu diye adlandırılan milli birliği dinamitleyen ve iç cepheyi bölen bir davranış olduğuna şüphe yok.
Erdoğan’ın Lozan çıkışının AKP seçmenine yönelik bir “safları sıklaştırma” girişimi olduğu söylendi. Buna göre, AKP’yi geçtiğimiz yıllar boyunca uyaran Cumhuriyetçi kesimlerin haklı çıkmaları, onların itibarını arttırmış, AKP’nin siyasi tercihlerinin ne derece güvenilir olduğuna ilişkin kaygıları arttırmıştı.
Gerçekten de geçtiğimiz on dört yıla bakıldığında, AKP’nin kritik konularda son derece isabetsiz politikalar izlediği görüldü.
Suriye politikası çöktü. Dünya ve bölge dengelerini anlamadan iki hafta sonra Emevi Camii’nde namaz kılma fantezisi AKP’nin gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu ortaya koymuş ve muhalifleri haklı çıkarmıştı.
Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının AKP’yi kendi ordusuna ve milletine karşı nasıl bir kumpasın ortağı yaptığını muhalefet görmüş ama derdini Erdoğan’a ve partisine anlatamamıştı.
Çözüm sürecinin sürecin PKK’yı bölgede hükümet gücüne eriştirmekten başka sonuç doğurmayacağına ilişkin uyarıları dinlememenin bedelini bütün millet acı ve kanla ödedi.
Devlet yönetimine tarikat ve cemaatleri ortak etmenin bedelini ise anlatmaya gerek yok. Bu ve benzeri hatalar karşısında Türkiye’nin Cumhuriyetçi, Atatürkçü ve laik kesimlerinin, dünya ve ülke gerçeklerini daha iyi okuyabildiği düşüncesi yaygınlık kazandı.
Ancak Lozan çıkışının nedeni ile ilgili olarak AKP’ye yakın çevrelerden yapılan açıklama başkaydı. Ortadoğu’da dengeler değişmişti ve eski sınırların meşruiyeti sorgulanıyordu. Artık hükümetin kendisini Lozan’la sınırlamama hakkı vardı. Bir başka deyişle Erdoğan, Lozan’a sadık olmayabileceğini söyleyerek, bölge güçlerine aktif dış politika yönünde meydan okuyordu.
Her iki durumda da değişmeyen bir gerçek var. Lozan’a saldırmak, Yenikapı ruhu diye adlandırılan dayanışma ve birlik ihtiyacına darbe vuruyor. Oysa Amerikancı Cemaat kalkışması sonrasında en çok milli güçlerin dayanışmasına ihtiyaç duyulmakta.
Yenikapı ruhu diye adlandırılan milli birlik, hiç şüphesiz milletin içindeki farklı hassasiyetlere saygı göstermeyi gerektiriyor.
Erdoğan’ın kendi eliyle Yenikapı ruhuna Fatiha okumasının sadece AKP seçmenini sağlamlaştırmak ve Cumhuriyetçi toplum kesimlerinin artan itibarına meydan okumak dışında bir sebebi daha var:
Erdoğan ve AKP iç çekirdeğinin ideolojik ön kabullerini belirleyen ideolojinin İslamcılık olduğu biliniyor. İşte Erdoğan’ın çıkışı, İslamcılığın Türk milletini birleştirebilme kapasitesinin sınırlılıkları ile de ilgili.
Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden Birinci Meclis her çeşit toplum kesiminden ve görüşten temsilcinin olduğu bir yapıydı. İslamcılar da bunlar arasındaydı.
Ülkenin düşman işgali altından kurtarılması konusundaki samimiyetlerinden hiç şüphe olmayan bu insanlar, meseleleri ele almak ve çözüme götürmek konusunda ideolojik konumlarının ve dünya görüşlerinin sınırlılıkları ile çevriliydiler.
Kurtuluş Savaşı’nın harareti içinde İslamcılar, fuhuş ve alkole karşı görüşlerine uygun kanunlaştırmalar yapabilmek için Meclis’in gündemini haftalarca meşgul edebilmişlerdi.
O günlerde, milli mücadeleye halkçı-milliyetçiler önderlik ettikleri için, İslamcıların öncelikli olan ile ikincil olan arasındaki ilişkiyi ayırt edememelerinin zararları telafi edilebilmişti. Bugün ise ABD ile karşı karşıya geldiğimiz koşullarda, ülkeyi İslamcı bir ajandaya sahip olanların yönetmesinin bütün sancılarını yaşıyoruz.
AKP bir taraftan ABD’nin terör örgütleri eliyle yürüttüğü vekâlet savaşına karşı mücadele ederken, diğer taraftan TSK’nın emir-komuta zincirini bozuyor, GATA’yı Abdülhamitleştiriyor ve Lozan’a hakaret ediyor. Amerikancı cemaat kalkışması sonrası milli güçlerin oluşturduğu iç cepheyi sağlam tutması zorunlu olduğu halde, onu dağıtmaya yönelik çıkışlar yapıyor.
Çelişkinin kaynağı bizatihi İslamcılığın dünyayı okuma biçimindeki çarpıklık. İslamcılığın toplumsal ve siyasal varsayımları dünyayı açıklamak açısından yetersiz. Dünya onların sandığı gibi din ve mezhep dinamikleri üzerinde dönmüyor.
Suriye’de bir Alevi diktatörlüğü olduğunu zannettiler. Bir kıvılcım Sünni bozkırını tutuşturmaya yetecekti. Ama dünyanın reel dinamiklerine kafalarını vurdular. Sözlüklerinde emperyalizm ve azgelişmişlik gibi kavramlar yok. Somut olayların analizi ve çok sebeplilik gibi metodolojik ilkelere uzaklar.
Erdoğan milli birlik açısından “adım Hıdır” diyor, elimden gelen budur!