Yeniden canlanan Kızılay

Kızılay yeniden canlanmaya başladı. Geçen yazılarımdan birinde, bağrımıza kan bırakan o bombalardan sonra insansız kalan sokaklarını, işyerlerini yazmıştım. Kovboy filmlerinde bir bela çıkmasına yakın zamanlarda boşalan kasabalara benzemişti sokakları. Ankara’nın kalbi bu semt, yeniden eski kalabalığına kavuşuyor, canlanıyor, seviniyorum.
Ankara’da sanat etkinlikleri
Yetmişli yılların sonunda, bir ara da seksenli yıllarda Sanat Kurumu (eski adı Sanat Sevenler Derneği) yönetiminde bulunmuştum. Hemen her kurumun sustuğu bazı dönemlerde, çok cesurca tartışmalar olurdu bu kurumda. Bir dönem Anıl Çeçen, bir dönem de ressam İmren Erşen’di başkanımız. Derneğin hiç şaşmayan müdavimlerinden Eşref Üren hep aynı yerinde otururdu. Yaşlı, zayıf sesiyle az konuşurdu. Bazı konularda tuhaf, yadırgayacağınız sözler duyardınız. Örneğin bir gün, “Niye şu güreşçilerin mayosuna ay yıldızı takıyorlar, adam alta düşüp ezilirken, bayrak da altta eziliyor!” demişti. Kemal Bayram Çukurkavaklı, Yaşar Çallı, Güner Samlı gece geç saatlere kadar süren muhabbetlerini bozup, dostlarından ayrılmak, evlerine gitmek istemezlerdi sanki. Birbirinden ayrılamayan dostlar yüzünden gece derneği kapatmak bazen sorun olurdu. Sevgi Sanlı, Sunullah Arısoy, ressam Muharrem Pire, Zahit Büyükişleyen, Prof. Gürol Ergin, Çoban Ressam, askerlik arkadaşım Cihat İleri, Hikmet Sami Türk, Cahit Can, Özdemir İnce, zaman zaman Macide Tanır, Sönmez Atasoy, halk ozanı Feyzullah Çınar buranın aklımda kalan, unutamadığım yüzleri. Büyükçe sayılabilecek salonumuzu ağzına kadar dolduran etkinliklerden birini 12 Eylül sonrasında, Özal döneminde “laiklik” konusunda yapmıştık. Konuşmacılardan biri Doç. Bahriye Üçok idi. Toplantı olağanüstü bir ilgi görmüştü. Özal’la birlikte laiklik konusundaki kaygılar başlamıştı demek ki... Dinleyiciler arasında CHP’li milletvekilleri de vardı; laiklik açısından ülkenin gidişiyle ilgili ilginç, çarpıcı şeyler konuşulmuştu. Sanırım Bahriye Üçok’un katıldığı son etkinlik bu oldu. Sanat Kurumu yazık ki yersizlikten ordan oraya savrulup durdu, son darbeyi de bir köşesine sığındıkları Gençlik Parkı’nda Melih Gökçek vurdu. Bu kurumun verdiği tiyatro ödüllerinin bana göre hâlâ ayrı bir saygınlığı var.

MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ
Sanatın, kültürün Kızılay’dan âdeta kovulduğu son zamanlarda ayakta kalan, bir kültür kurumu gibi çalışan Mülkiyeliler Birliği çok önemli işler yapıyor. Fırsat buldukça buradaki etkinlikleri izliyorum, doyurucu, ilginç konuşmalar dinliyorum. Hemen her yaştan iyi bir dinleyici topluluğu var. Mayıs başlarında ben de “Dil Hurafeleri” konusunda konuştum. Buranın zarif başkanı, Erdal Eren’in konuşma sonunda elime tutuşturduğu, M. Emin Erişirgil’in “Bildiklerim” adını verdiği anıları son günlerde aldığım en güzel armağan. Harf Devrimi’ni iyi anlamak isteyenler bu kitabı okumalı. Ben fırsat buldukça Mülkiyeliler’deki etkinlikleri izleyeceğim. Ankara’da yaşayanlara kaçırmayın derim.

TARIK GÜNERSEL, PORTRELER
Yıllardır şairliğini, biraz da sinemayla ilgisini bildiğim Tarık Günersel’in doğrusu böylesine çok yönlü bir sanatçı olduğunu bilmiyordum. 27 Mart’ta Çağdaş sanatlar Merkezi’nde Portreler oyununu izlerken, oyun yazarlığını, yönetmenliğini, dahası, belki de en şaşırdığım, oyunculuğunu da gördüm. Portreler, tiyatroya ait pek çok şeyi, dekor, kostüm vb. atmış bir oyun. Bunu diline, anlatımına güvenerek yapmış Günersel. Vaktiyle Sanat Kurumundaki söyleşilerimiz sırasında Özdemir İnce’den duymuştum şu sözü: “Şiir yazan her türde yazar!” demişti, yani roman da, öykü, oyun da yazar demek istemişti. Bu söze yıllar sonra Tarık Günersel’in Portreler’ini izledikten sonra inandım. Oyunda beni en çok da baba-oğul anlaşmazlığı, sevgisizliği etkiledi. Tiyatro Su oyuncularını kutluyorum.