Yerel seçimler sanatı ıskalıyor mu?
Oldum olası seçimlerle sanatın yıldızı bir türlü barışmaz. Hemen hemen tüm partilerin genel ve de yerel seçimlere ilişkin vaatler skalasında kültür-sanat olgusu ya hiç yer almaz ya da hoş ama boş içerikli zoraki değinmelerle geçiştirilir.
Seçimlerle kültür/sanatın istenilen ve de arzu edilen bir düzeyde barışık olmamasının en somut örneği ise, partilerin başkan ya da milletvekili olarak aday gösterdikleri arasında kültür/sanat insanlarının nicelik ve de niteliksel olarak aldıkları yerdir. Bir şans eseri seçilmiş olan az sayıdaki sanat insanının seçilmiş olmasındaki en önemli neden ise, onun kültür/sanat alanındaki başarılarından daha çok seçildiği parti ile ilişkili olan konumudur.
Düne kadar hemen hemen tüm partilerin seçim beyannamelerinde, örneğin sinema alanında, şablonumsu bir cümle kullanıla gelmiştir. Bu cümle de aynen şöyledir: “Sinemayı çağdaş bir düzeye getireceğiz” Ancak bu cümleyi şablon olarak kullanan tüm partiler, bu işin nasıl olacağına ilişkin ikinci bir cümle kurmamışlar, yıllar yılı bu kulağa hoş gelen toptancılık içeren bu cümleyle sözüm ona hem sanata olan bağlılıklarını ortaya koyar gibi olmuşlar hem de bu çevrelere inandırıcı olmayan bir yaklaşım denemişlerdir.
Büyük kentlerin çok adaylı yerel seçimleri de genel seçimlerdeki bu kuralı yıkamamışlar, kent hizmetlerinde kültür/sanata ne yazık ki gereği gibi yer verme gereksinimini duymamışlardır. Ya da bu güne dek ancak bu alanda fısıldar gibi konuşmayı tercih etmişlerdir.
Elbette ki ekonomik olarak oldukça sıkıntılı bir süreçten geçtiğimiz bir gerçektir. Durdurulamayan – ve durdurulması için bir umut ışığının bile görünmediği- bir enflasyonun belirli kesimlere yönelik tahammül edilmez olumsuzlukları ile olası bir depremin beklentileri belediye başkan adaylarının kültür/sanattan söz edip bu alanda yapacaklarını dile getirmelerini oldukça kısıtlamaktadır. Üstelik çeşitli kentlerin kültür/sanata bakış açıları da temelde oldukça farklılıklar göstermektedir. Bir kent meydan ve parklarına kültür ve sanatla hiçbir ilgisi olmayan karpuz, kavun ya da köfte ile çay bardaklarını heykel diye dikerken, bir diğerinin belediyecilik anlayışına radikal bir bakış getiren bir ilke imza atarak Fatih’in tablosunu satın alarak bu coğrafyanın değerlerine değer katması elbette ki birbirleriyle kıyaslanamaz. Ancak; yaşadıkları kentlerin meydan ve parklarına dikilen bu garipliklere sessiz kalıp da, Fatih’in tablosunun satın alınmasına karşı çıkılmasını anlamak da pek mümkün değildir.
Bir kent için kültür/sanata yatırım yapılması, bir şölen sofrasının tam orta yerine bir orkide demeti koymak gibidir. Orkideler yenmez ama o sofraya bir başka hava verir.
Bir ketin nefes alıp huzurlu bir yaşamı yansıtması için kültür/sanatın ne denli önemli olduğunun altını çizecek değilim. Kültür/sanata yapılan yatırımlar belediyelere para kazandırmaz, aksine para harcamalarına neden olur ama, aynı zamanda parayla satın alınması mümkün olmayan bir değeri de, yani saygıyı da beraberinde getirir. Bir kent için insana yatırımdan daha değerli ne olabilir ki?