Yerel yönetimler ve sinema

Uzun yıllar bir çok siyasi partinin seçim bildirgelerinde, sözüm ona kültür-sanata atfeden bazı alışılmış, ya da gelenekselleşmiş, kulağa hoş gelip, içi boş olan bir takım klişe sözler vardır. Örneğin; sinema için kullanılan bu klişe sözlerden biri de “Türk sinemasını çağdaş bir düzeye getireceğiz” dir. Ama; bu çağdaş düzeyin ne olduğu ile buraya nasıl gelineceği üzerinde hiç durulmaz. Yalnızca söylenir.

İçinde yaşadığımız ve bir süre de yaşamaya devam edeceğimiz salgın nedeniyle de yalnızca kültür-sanat alanı için değil, her bir alan için söylenmiş bir söz de “Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı”dır. Peki, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, ama ne olacak? Onu, içinde yaşadığımız zor koşullar mı yönlendirecek ya da zaman mı belirleyecek ? Sanırım bu soruya verilecek yanıt, aynı zamanda, neyin eskisi gibi olup olmayacağı ile, nasıl olacağının çözümünü de kolaylaştıracaktır.

Bir başka alanların geleceğe ilişkin serüvenini uzmanlarına bırakarak biz kendi alanımız olan sinemaya dönelim. Her şey aşağı yukarı eskisi gibi yapılıyor. Örneğin az sayıda da olsa filmler çekiliyor, hiç biri ertelenmeden festivaller yapılıp ödüller dağıtılıyor, ve sinemalarda filmler izleniyor… Pek değişen ne? Çekilen film sayısının istenilen ve de arzu edilen sayıda olmaması mı? Yoksa, festivallerin, izleyici ve konuk sayıları kısıtlanarak online yapılmaları mı? Sanırım ikisi de değil. Çünkü içinde yaşadığımız koşullar iyileştiğinde filmler yine eskisi gibi çekilecek, festivaller de yine eskisi gibi-bu kez online değil ama-yapılacak… Peki hani hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı?

Sinema alanında eskisi gibi olmayacak tek şey ise; yalnızca AVM’lerdeki salonların doluluk oranı ile izleyici sayısının eskisi gibi olmayacağı, esas değişim-dönüşümün bu alanda radikal bir şekilde yaşanacağıdır.

Seyirci olmadan, artan film sayısı ile festivallerin bu şekilde yapılmasının da hiçbir anlamı kalmayacak, yalnızca yapılmış olmak için yapılacaktır. Ama bu, hiçbir zaman festivallerin yapılmış olunmasına karşı bir tavır olarak algılanmamalıdır. Onların inatla, her koşulda yapılmasının sinemaya tecimsel açıdan olmasa da, onun da ötesinde moral açısından çok büyük bir destek olduğunu söyleyebiliriz.

Esas sorun; sinema mekanlarıyla seyirci arasındaki olumsuzluğu gidermek, bu alanda eskisi gibi olmayacak yeni bir çözüm üretmektir. Bu sorunu çözüme ulaştırmadan sinema alanının geleceğinden söz etmek olanaksızdır. Tıpkı; yetmişli yılların ortalarında televizyonun ulusal düzeyde yayına başlaması, video ve renkli televizyonun gelmesi ve en sonunda da yabancı sermaye yasasında yapılan kimi değişikliklerle yabancı şirketlerin ülkemizde doğrudan doğruya şirket kurup dağıtım ve gösterim haklarını elde etmesinden sonra yaşanan krizler gibi bir yeni krizle, karşı karşıya kalabiliriz.

Sinema mekanları ile seyirci arasındaki temel sorunun çözümü, AVM’lerin içine tutsak edilip, bir tekel konumunda olan dağıtım/gösterim gruplarına bir alternatif grup oluşturmakla mümkündür. Bugün, eskisinden daha çok AVM’lerin dışında, “kapıları sokağa açılan” müstakil ve de bağımsız salonlara gereksinim vardır. Bu açıdan mevcut olanları desteklemek, bu türde yenilerini açacaklara devletçe destek verilmesi söz konusudur. Örneğin, Kültür Bakanlığı bir yıllık film desteği ile bu türden bir çok ilde, bir çok sinema açabilir. Desteklenip de, hiçbir sinemada gösterilmeyen ya da gösterilip de, çok az seyirci tarafından izlenen filmlere verilen desteklerle acaba kaç sinema salonuna sahip olur, izlenmeyen filmler yerine, izlenen sinema salonları yapardık. Bir düşünelim… Diğer taraftan yerel yönetimler, sanatın her bir alanına destek verirken, sinemadaki desteğini niçin yalnızca festivallerle sınırlı kılıyor? Kimi illerde tiyatro salonlarına sahip olduğu gibi yine sınırlı da olsa, bazı ilerde niçin belediye sinemaları adı altında salonlar yapmıyor, ya da yapamıyor?. Böyle giderse inanın, bir süre sonra sinemadan çok bu işin müzesi olacak… İnanmazsanız “sinemanın orta yeri Beyoğlu”na bir bakın… Bir kapısı sokağa açılan sinemaya, üç müze düşüyor…