Yeşilçam’a veda mı?-(TAMAMI)

Her şey değişip dönüşüyor. Değişime karşı koymak mümkün değil. Dünün kimi erdemleri zaaf sayılırken, kimi zaaflar ise erdem olarak tanımlanıp kabul görüyor. Kültür sanat olguları ve de sinemamız da bu değişmeden payına düşeni alıp, kendini yineleme yerine yeniliyor, bir öncekinden daha farklı beklentiler içinde olan seyirciye, bu değişimin perdeye yansıyan sonuçlarını çömertçe sunuyor. Ama kimileri hâlâ kendilerini yenileme yerine yineleme alışkanlılarını sürdürerek adeta bu değişim dönüşüme bir Donkişot örneği meydan okuyor. Ya da meydan okuduğunu sanarak eski değerlerlerle ayakta kalmaya çabalıyor. Ama nevar ki bu iyi niyetli çabalar, kaçınılmaz sona bir adım daha yaklaşmalarının dışında, pek fazla bir anlam ve işlev taşımıyor.

Yeşilçam’ın geleneksel yapısını, anlayışını ve alışkanlığını sürdüren kimi değerli yönetmenlerin son filmleriyle içine düştükleri durum, ne yazık bu. Ya onlar değişim-dönüşümü görmüyor, göremiyor, ya da bildikleri sinemayla değişen seyirciye bir şeyleri anlatmanın üstesinden gelebilecekleri inancını ve onun kaçınılmaz sonucu olan umudu yitirmek istemiyorlar. Her keresinde düş kırıklığı yaratan bir yanılgının tutsaklığına düşseler bile, nedendir bilinmez, inatla, sabırla ve de umutla bildikleri sinemayı, alıcısı olmayan ve bundan sonra da olması mümkün olmayan yitirilmiş bir seyirciye sunarak, bilinçli ya da bilinçsiz zamanı da, değişim- dönüşümü de ıskalıyorlar.

Son iki yıldır Yeşilçam’ın adı ustaya çıkmış yönetmenlerin filmlerinin her açıdan düş kırıklığı yaratmasının elbette ki bir çok nedeni var. Değişeme ayak uyduramamaları ise belki de bu nedenlerden yalnızca biri. Ama asıl neden, sanırım kendi toplumlarına yabancılaşmadan, onun değişen değerlerini, günümüzün değerleriyle örtüşen yaşam biçimlerini görmemekten, algılayamamaktan, anlayamamaktan kaynaklanıyor. Ele alıp işledikleri öyküler bunun en somut örnekleri. Ya bize çok uzaklar, ya da bizim gibi değiller. Hala melodramın o bilinen kalıpları içinde tutsaklığını sürdüren, karakter olamamış, olmamanın tüm yapaylıklarını ve yüzeyselliklerini sürdüren bildik, tanıdık, tipler. Bu olumsuzluklara bir de ele aldıkları öyküleri nasıl anlattıkları var ki, o da bir başka sorun.

Yeşilçam’ın ardından

Klasik Yeşilçam yönetmenlerin günümüzdeki filmlerindeki en büyük eksiklik ise içtenlikle, yaşanmışlıkta düğümleniyor. Ne içtenler ne yaşamın içinde. Hepsi bir zamanların klasik melodramlarından ödünç alınmış kartonumsu, yaşamayan, yaşıyorsa da pek farkına varılmayan, bitmiş, tükenmiş bir dönemin, inandırıcılıktan uzak, ne öykülerine ne yaşamlarına ortak olmakta pek niyetli ve de istekli olamayacağımız kişiler. Günümüz sinemasının insanlarından öylesine uzak, öylesine farklı ki, ne geçmişin sinemasını yansıtıyorlar, ne de günümüzün. İkisinin arasında garip bir yerde duruyorlar. Taraftarı olmayan, öykülerine ortak olunmayan, hem bize yakın gibi görünen, hem de bizden çok uzakta olanlar.

Türk sinemasında eski ile yeninin bir arada, birlikte olduğu belki de son yılları yaşıyoruz. Eskinin son örneklerinin çırpınışlarına tanıklık ediyoruz. Bundan böyle bu tür örneklerin karışımıza çıkacağını hiç sanmıyorum. Adı ustaya çıkmış, Türk sinemasının bir dönemine damgasını vurup uluslar arası film festivallerinde nice hatırı sayılır ödüller kazanmış bu yönetmenlerin zamana yenik düşmesi pek hoş değil, hatta hüzün verici.

Yeşilçam’ın ardından ağıt yakmanın zamanı geldi galiba.