Yeşilçam’ın son temsilcileri-(TAMAMI)

Geçtiğimiz günlerde, Yeşilçam’ın içinde yetişip, Yeşilçam’a alternatif filmler üreten ve sinema tarihimizde Yeni Sinema olarak adlandırılan dönemin ( 1978-1987) iki büyük ustasının son filmlerini arda arda izleme olanağını bulduk. Ali Özgentürk yıllar yılı tasarlayıp da bir türlü gerçekleştirme olanağını bulamadığı Bela Bartok’un Türkiye’deki serüveninden oldukça özgün bir kesit ortaya koyarken, Şerif Gören de yine uzun bir süre üzerinde çalıştığı Necati Cumalı’nın Ay Büyürken Uyuyamam ile 18 yıl aradan sonra sinemaya bir dönüş yaparak hala üretebileceğinin, bundan sonra da üretken bir yönetmen olabileceğinin altını çizdi.

Ama nevar ki her iki yönetmenin filmleri de kelimenin tam anlamıyla bir düş kırıklığı yarattı. Bir zamanlar gişe gelirlerinin en üstlerinden gezen yönetmenlerin bu kez en altlar da, hem de bir avuç insan sayısıyla gezinmesi, aynı zamanda biraz acı vericiydi de... Her iki yönetmen de böylesine bir durumu hak etmemişlerdi.

Beyoğlu’nun o eski, devasa salonlarının bir bir yıkılıp tarihin bilinmezliklerine gönderilmesindeki o anlaşılmaz anlayış gibi, Yeşilçam’ı Yeşilçam yapan yönetmenlerin bu denli ilgisizlik ve sahipsizlik içine itilmeleri de aynı gibi. İlkini bir kent belleğinden silip yaşamımızdan ve kentimizden silip atarken, diğerini ise son filmleriyle yargılayıp, hiç de hak etmedikleri bir anlaşın içine itiveriyoruz. Yok etmekle, linç etmek gibi bir şey.

Her iki ustanın da filmlerinin bu denli az seyirci toplamasının nedenlerini; dönemini ıskalamaktan, demode bir sinemada inat etmeye, kendini yenilemekten çok yinelemeye yönelik tavırlarından, hedefledikleri seyirci kitlesinin yapısına kadar her bir şeyi sayarak sıralayabiliriz. Belki hepsi yanlış, belki de tümü doğrudur. Ama ne fark eder ki, çünkü amacımız bu filmlerin sinemasal açısından bir analizini ya da eleştirisini yapmak değil, aksine bu iki yönetmenin hiç beklenmedik düş kırıklığı yaşamasındaki durumu çözmektir.

Elbette ki her iki film de günümüz sinema anlayışının çok ötelerinde kalan yapısıyla-anlatımıyla çok kötüydü, onun için her geçen gün gençleşen yeni seyirciden olumlu bir yanıt alamadı, diyebiliriz. Ama bu da pek doğru değildir. Çünkü her iki film de daha baştan yalnızlıkla suçlanıp, yalnızlığa tutsak edildi. Yüz kişinin izlediği bir filmin yaygınlaştırabileceği olumsuzluk ne kadar olabilir ki? Genç seyircinin bu tavrını anlamak, anlayabilmek mümkün değil.

En azından sinemamıza sayısız katkıları olan iki uluslararası ustanın, yani bir Şerif Gören’in, bir Ali Özgentürk’ün bu ülkenin sinemasında karşılığı bu denli, ilgisizlik ve acımasızlık olmamalıydı.

Bir yandan Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan eski sinemaları, düş şatolarını bir bir yıkıp belleklerden silerken, öbür yandanda Türk sinemasının kilometre taşlarını görmemezlikten geliyoruz. Buna ister vefasızlık, ister bilgisizlik, ister Yeşilçam’ın ustalarını ıskalamak deyin... Hepsi kabulümdür.