Yeterlilik sınavında kadın adaylar

19 Şubat’ta adaylar kesinleşecek. Neye göre belirlendi?
Milletvekili seçimi olsa gene anlayacağım. Adayları tanımayabilirsiniz. Partilerin programları ve siyasetleri ağırlık basabilir. Ama yerel seçimlerde büyük kentlerde bile birebir tanıyorsunuz. Hizmet bekliyorsunuz. Sizin anlayışınıza göre ayırt ediyorsunuz. Örneğin bu ranttan yana; iyi hizmet etmez, görev yapmaz... diyorsunuz. Ya da milletten, vatandan yana eder... yapar...
Ancak partilerde adaylar belirlenirken ilk önce milyonlarla ifade edilen bir “ödenti” barajını aşmak zorundasınız. Bu miktar, benim birkaç Anadolu kentinden bildiğim. Hadi buldunuz, sattınız savdınız. Onlarcasını tanıdım bu tür aday adayı. Her seçim. Akıllanıp uslanmayan, gönlündeki aslana bir türlü ulaşamayan.
TUT BENİ GÖR BENİ
Ancaak geçen hafta yazmıştım.
En büyük engel, bildiğimiz engel!!
Anketçi engeli!
O da parti genel merkezindeki “tut beni tutiim seni..” memur, görevli, sekreter, grup, hizip, memleketli, etnik kökenli, mezhepli... hatta genel başkan çantası taşımacısı... engelini aşabilirseniz... Bakın doğruyu söyleyeyim. Oradaki “yatırım” ayrıntılarını çok iyi bilmiyorum. Çünkü “yöntemleri” galiba gizli tutuyorlar. Bu olmadı, bir dahaki seçimlere kopya çekmeyin diye... Müzmin aday adayları vardır. Seçim kokusu çıkınca başlarlar bol sırıtkanlı, el ovuşturmalı, yedirme, içirme, her türlü emme basma tulumbalı kafa ve de kese ve de oy onaylı faaliyete! Genel merkezde “birinci sıraya kesin adını yazıyorum, arkadaşlarla konuştum...” sözleri uçuşur, kulaklara fıslanır... İnanın birbirinden habersiz kaç kişi aynı kişiden ve de aynı ilin aynı sırasından söz ederek aynen şunu bana bizzat söylemişti: “Kesindi. Zaten kendisi önerdi. Ama son dakika mutlaka (filan kişi) müdahale etmiş çıkarmıştır...”
Yazıyı Ankara-İstanbul arasında karayolunda yazıyorum. Alışığım ama nedense mide bulantım tuttu bu kez.
SARIŞIN MI ESMER Mİ
Elbette bütün kamuoyu yoklama şirketlerini aynı kefeye koymuyorum. Ama önemli bir bölümünün ne Türkiye ve dünya, hatta bölge siyasetinden haberi var. Çıkan sonuçları tahlil yetenekleri de sınırlı. Üstelik bir de onun üzerine “halkla ilişkiler” giriyor. Sosyal medyadan halkı tanıyan. Sürü ya... sür gitsin... Soyadında dini motif varsa... aa aa büyük buluş! Oylar artar. HDP’yi yağla, ABD’yi balla... Ne Kürdümüzü tanırlar, PKK’dan yaka silktiğini bilirler, böyle bir tutumun oy kaybettireceğini ne de milletimizin emperyalizme karşı atadan bu yana duyarlığını...
İstanbul’dan, hatta İstanbul’un belli semtlerinden, hatta o semtlerin cafe-bistrolarından bakarlar...
Aman kadın olsun!
En çok da ağırıma giden bu.
Siz de kaç var, bizde şu kadar var basit hesapları...
Başı açık mı olsun, kapalı mı??
Sarışın mı, esmer mi??
Vitrinlik.
Araba da çok hızlı mı gidiyor ne, yoksa yol mu bu kadar virajlıydı ben fark etmemişim... Kaç bininci gidişimiz oysa... midem ağzımda.
MAHALLEMİZİN MUHTARI

1930 Belediye seçimleri.

Nasıl bir haksızlık. Milletvekili seçimlerinden bile çok önce Türk kadınları bu haklarına kavuşmuşlar. 1930’dan bu yana yerel siyasi haklara sahipler.
“Mahallenin muhtarı” kavramı esas olarak dişildir. Hemen eli belinde, her şeyden haberi olan, her şeye müdahil olan kendine güvenli biraz irice bir kadın gelir gözünüzün önüne; öyle değil mi?
Hele de yerel yönetim seçimlerinde gerçekten yerini dolduracak o kadar çok kadın var ki!
Neden adıyla anmazsınız da cinsiyetine indiriverirsiniz!
İlle de kadın olsun!
Çok oy getirir.
Havası olur.
Havası batsın!
Red ediyorum!
Aynı işi yapacak, aynı özelliklere sahip iki kişi. Biri kadın biri erkek. Elbette tercih kadın olmalı. Hatta azıcık eksiği olsa bile! Hatta aynı işi yapacak, aynı niteliklere ve yeterliliğe sahip birazcık azı olsa bile kadın var mı diye aranmalı... Onlara şimdiye kadar haksızlık edildiği için, eşitsizliği gidermek için birkaç adım önde başlamalı.
Maksat vatana, millete hizmet olunca kıstaslar böyle belirleniyor.
Yeterlilik!
Cinsellik değil...
Kim daha çok para verirse, el ovuşturursa değil...
Anketçi yetersizliğine göre değil...
Sosyal medya çığırtkanlığına göre değil... Bölücü ve yobaz teröre hizmette ve destekte yarışa göre değil...
Eğer bir parti yeterlik kıstasına göre adaylarını belirlemişse...
En çok kadın sayısı da bu partideyse...
Oyumuz için yeterli nedendir. Erkeğine de kadınını da güveneceğiz.
Biz de kendimize güveneceğiz.
Vereceğiz. Seçeceğiz.
Seçilecekler.

Cumhuriyet, 1 Nisan 1930... Kadınların belediye seçimlerine katılması mitingle kutlanıyor.

AÇIK ÖZÜR

Bazen yollarda oluyorum, bazen yurtdışında. Her zaman internete ulaşmam olanaksız oluyor. E-postalarımda sıkıntı yaşıyorum. Galiba öyle bir zamana denk geldi. Değerli Basın-Yayın ve Enformasyon (e) Genel Müdürümüz Cemil Ünlütürk’ün 9 Aralık 2018 mektubunu utanarak ve üzülerek yeni okuyabildim. Mektubu kendisinden izin almadan olduğu gibi yayımlıyorum. Türkiye’nin sahip olduğu değerleri tanımlayabilmek, nasıl bürokratlarımız vardı ya da nasıl olmalı diye örnekleyebilmek açısından öyle anlamlı ki... Duyduğum onur bana cesaret verdi.
Gecikmem için özür dilemek üzere biraz daha cesaret toplamam gerekiyor. Saygılarımı sunuyorum, Sayın Genel Müdürüm.
“Değerli Şule Hanımefendi,
AYDINLIK gazetemizde bugün çok duygulanarak okuduğum yazınız için tebriklerimi sunarım.
Rahmetli Ali Ulvi ile tanışmazdım ama TURHAN ve İLHAN SELÇUK çok yakınım iki ağabeylerimdi. Hele Turhan ağabeyin, tanıdığım yıllardaki gençlik resmine uzun süre baktım ve arşivime aldım. Anadaolu’nun değişik illerindeki liselerde İngilizce öğretmeni olarak görev yaparken bir yandan da İlhan Selçuk’un yayımladığı “41 buçuk” daha sonra “Dolmuş” mizah dergilerine karikatürler çizerdim. İlhan Ağabey ile bir de Yedek Subay Okulu’nda bölük arkadaşı olmamızla Ankara’da gecemiz gündüzümüz birlikte geçmişti. Bu dostluk O’nun vefatına kadar da devam etti. Daha sonra Ankara’da bir liseye atandım, elbette karikatüre devam ediyordum. Metin Toker’in o ünlü AKİS Dergisi’nin kapanana kadar Turhan’dan sonraki karikatüristi ve kapak ressamı olmuştum.
“Sanatçının kötü yola düşeni bürokrat olur” derler ya, AKİS kapanınca ben de Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğü’ne geçtim ve bürokrat oldum. Elbette karikatür çalışmaları da bitti... Bir ara devlet Cambridge’e gönderdi, orada öğrenci olduğum sırada Evening News’e çizerdim. Dönüşümde genel müdür yardımcılığı görevimden sonra İsviçre, İngiltere ve son olarak da Suudi Arabistan büyükelçiliklerimizde uzun yıllar basın ataşesi, elçilik basın müşaviri olarak görev yaptım. Bu uzun dış görevlerimde İlhan ve Turhan ağabeylerimle dostluğumuz devam etti. Bir de sizin ve Doğu Bey’in çok yakından tanıdığınız rahmetli FİKRET OTYAM ağabey ile devam etmiştir vefatına kadar dostluğum. Öyle ki, Fikret ağabey için vakıf çalışması yapan Maltepe Belediyesi’nin toplantısına Fikret Ağabey konuşmacı olarak beni de davet ettirmişti. Sizin gazetenizde o bir sayfalık Fikret Otyam sayfasına kimi naçiz katkılarım da olurdu. Hâlâ saklarım bir ödül gibi. O sayfalardan birinin eteğine Fikret abim boydan boya “Cemil Ünlütürk kara mizahta üstüne yok” diye yazmıştı.
Şule Hanımefendi, bugünlerde AYDINLIK gibi bir gazetenin hâlâ çizgisini devam ettirerek neşriyatına devam etmesi adeta bir haltercinin o ağır aleti omuzlarının üstünden havaya kaldırıp yere düşürmeden öyle beklemesidir. Beklentinin sonu mutlaka AYDINLIK olacaktır, eminim.
Tekrar tebriklerimi ve saygılarımı sunarım.
Cemil Ünlütürk (Basın-Yayın ve Enformasyon (e) Genel Müdürü)