Yetmiş Altıncı Tablet, Hendek
Kalbini kin efsunuyla mühürleyen münevver,
Nasıl harcadınız mazlum bir halkın söz hakkını?
İşitme hakkı da, görme hakkı da gasp edildi,
Ey zalim kemerine süs olan mücevher.
Kara kan topladı hendek, tarihe ters bir akışla,
Milletine kast eden kendi kendini gasp etti.
Hasım emriyle çıkış yolunu kesen dinlesin,
Şeytan ile iş tutan iyi anlasın, iyi dinlesin.
Büyük millete kast eden, düşman eliyle çalıştı,
Özüne handikap kazan azap iyi dinlesin:
Çağın Firavunuyla iş tutan kuru yerde balık,
O çukurda sobalık odun gibi ateşe atıldı.
İbrahim’in nazını çeken ateş, Nemrut dinlemez.
Hakikati gasp edenler yedirip içirene asi,
Giydirip kuşatanın, esenlikle soy sop verenin,
Sarsıcı gazabından kurtulan oldu mu hiç?
Büyük millete kendi evinde silah gösteren,
Elbette, kamunun hışmına uğradı, uğrayacak.
Kumpasçının değirmenine su taşıyanlara,
Halkın öfkesi elbette nefes kesen yel olacak.
Ağzında çiğnediğini ayağıyla çiğneyenler,
Şimşekli devrimin pençesine gelecek, an içinde.
Mühendisler, sayı saymayı bilmezlerden,
Şairler var, barış çubuğuyla köz eşeleyen,
Mimarlar var eğri cetvelliler, doğru gitmezlerden:
Canlı bombaların kemikli sırtını sıvazladınız,
Terör borsasında batırdınız asırlık serveti.
Ey kara toprakta balık gibi çırpınan halk,
Seni yine avucuyla hendekten o kurtaracak:
Her millet gibi derdi çok, dermanı çok Türk milleti!