Yetmiş iki millet ve on sekiz bin alemin evrenselciliği
Konyalı hemşerimiz Mevlâna Celaleddin Rumi’nin, Batı’da satılan şiir kitaplarının toplamının hemen hemen yarıya yakınına sahip olduğunu okuduğumdan bu yana, kafamı kurcalayan bir sorudur bu: Batılı nüfusun hem de en aydın kesimi, nasıl oluyor da kendi devletleri tarafından o kadar parlatılan “Küreselcilik” yerine, Doğulu Sufilerin hümanizm dolu “evrenselciliğini” tercih ediyorlar?
Bu soruyu cevaplamak için oldukça yetkili birisi olduğumuza inançla, bu yazıya başlamış olduk. Çünkü son kırk senedir Batı’da fiilen yaşamaktayız. Üstüne üstlük, yine o kırk senedir Türkiye’nin tasavvuf kültürünün müziği, şiiri ve tarihi ile bizzat uğraşmaktayız. Ayrıca, bu “evrenselci” Sufi kültürünü, ABD ve Avrupa’nın hemen her ülkesinde sunmuşluğumuz da var. Bu kültürü ve sanatı Asya’nın önde gelen Doğu milletlerine de götürüp, test etme olanağına sahip olmuşuz. Yani, “Küreselci” Batı ile “Evrenselci” Doğu arasında geçen bir kırk yılın tecrübesiyle, bu önemli karşılaştırmayı yapma yetisine sahip olduğumuzu, naçizane olarak düşünmekteyiz.
SÖMÜRGECİLİK+ORYANTALİZM+EMPERYALİZM=KÜRESELCİLİK
Batı dünyasının, özellikle de Haçlı seferleri ile başlattığı “biz/onlar” tarzındaki sınıflandırma, en sonunda, sömürgecilikten beslenip, emperyalizme çevrilmesi ile geliştirdiği “Oryantalizm” bakış açısıyla, bugünün vahşi “Küreselleşme”sine dönüştü. Sonuçta, özellikle de Amerikalı Think-Tanklar tarafından allanıp pullanan ve hem kendi nüfuslarına hem de sömürüyü katlayacakları dünya halklarına büyük reklamlarla satılan bir dünya sistemi oldu. “Bir çocuğu yetiştirmek için tüm köy halkı el ele verir” anlamındaki Afrika atasözünü, 25 sene önce her yazıda okuduk, her söyleşide dinledik.
Amerikalı “solcu” dostlarımız bu satışın en masum müşterileri olarak, bu fikrin üstüne atlayıvermişlerdi o zamanlar. Biz ise, bu işte bir “hinoğluhinlik” var endişesi ile, tereddütlü idik. Nitekim, “Küreselleşme” fikrinin iyice kabullenildiğine emin olduklarında, Batılı emperyalistler önce Sovyetler’i yıktılar. Sonra zalim ve kanlı bir saldırı ile Doğu Avrupa’nın en gelişmiş ülkesi olan Yugoslavya’yı parçaladılar. O da yetmemiş gibi, Irak ve Orta Doğu’yu talan ettiler. Tüm bunları da “Küreselleşmiş dünyanın koalisyonları” ile yaptılar. O zamana dek zaten afyonlanmış olan Amerikan ve Avrupa nüfusu ve özellikle de işçi sınıfı, bu “Küreselleşmiş” saldırılara fazla bir tepki göstermemişti. Ama belliydi ki, büyük bir kültürel ve ruhani çöküntü, Batı insanını tepeden tırnağa yutmaya başlamıştı.
“BENİM YERİM YERSİZLİKTİR”
İşte tam o günlerde Rumi’nin ve İranlı mistik Hafız’ın şiirleri, elden ele dolaşmaya başladı. Onların şiirlerindeki derin insan sevgisi ve küreselciliğin tam karşıtı olacak bir “Evrenselcilik”, büyük bir hayal kırıklığı içinde olan Batı aydınlarına bir kurtarıcı gibi, Doğu’dan kopup yetişmişti. Mesela Mevlâna Celaleddin Rumi’nin şu aşağıdaki satırları, o günden bu yana binlerce kere duyduğumuz ve daha yıllarca duyacağımız bir “Milli marş” haline gelmişti:
"İmdi ne yapmalı ey Müslümanlar? Çünkü ben kendimi tanımıyorum!
Ben ne Hristiyan, ne Yahudi, ne Zerdüşt, ne de Müslümanım,
Ne Doğudan, ne Batıdan, ne karadan, ne denizden, (...)
Ne Hintliyim, ne Çinli, ne Bulgar, ne de Sakson’um, ne Irak krallığı, ne de Horasan ülkesinden,
Ne bu dünyadan, ne de öte dünyadan, ne cennet, ne de cehennemdenim (...)
Benim yerim yersizlik, benim izim izsizliktir."
Zaten İslam’ın çıkış felsefesine de uygun olan bu fikirler, vahşi “küreselleşmeci” ideolojinin kurbanı olan Batı nüfusunun içinde, hemen yer edinecekti. Ve bu şiirin yer aldığı “Gerekli Rumi” şiir kitabı, tüm zamanların en çok satan şiir kitabı olacaktı, daha başından itibaren.
YEDİ YER, YEDİ GÖK İNSAN İÇİN...
Benzer bir ilgiyi, bizim Derviş Yunus’un şiirlerine de gösterecekti Batılılar. Çünkü o da Tasavvufun “evrenselci” özünü şöyle ifade ediyordu şiirlerinde:
“Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen, Ta âşıklar safında tamam olasın sadık”.
Ve daha da ileri giderek şunları da söyler Yunus:
“Yedi yer, yedi göğü, dağları denizleri, Cennet ile cehennemi cümle varlıkta bulduk”
Yani Tanrı’nın, şah damarından daha yakın olduğu insanoğlunun, birliği ve aynılığını bundan daha güzel ifade etmek mümkün değildir bizce de. Böylece, Batı insanının büyük hayal kırıklığı ve ruhani sarsıntı içine sokulduğu “Küreselleşmeye” karşı, Doğu’nun geleneksel kültürlerinin zaten bir parçası olan hümanist “evrenselciliği” çok cazip gelecekti milyonlarca insana.
“Küfür ve imanın ötesinde bir yer var. / Seninle orada buluşacağım.” Yine Rumi’nin en popüler şiirlerinden birinin bu sadece bir satırı bile Doğu mistik felsefesinin, insan odaklı ve evrenselci karakterini ifadesi bakımından çok önemlidir. Burada Müslüman bir filozof-şairin, imanın temelinde dinî yasaların değil de şefkat ve sevginin esas olduğunu söylediği görülüyor. Bu derecede radikal olan böyle bir söylem, dinler üstü bir cazibe yaratacaktır elbette. Burada asıl varlığın, içinde Tanrılık da taşıyan insan olduğu, bir “Evrensellik” ifadesi mevcuttur. Ve böyle bir yaklaşım, bölücü ve ayrıştırıcı değil, bütünleştirici ve birleştiricidir.
...VE EMPERYALİST “KÜRESELCİLİK” ÖLÜR!
Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Niyazi Mısri gibi Türkçenin en büyük tasavvuf şairlerinin, sürekli olarak “cihan, alem veya on sekiz bin alem” tarzındaki genellemeler yapması da onların bu “Evrenselci” ruhlarından gelir bizce. Çünkü, gerçek tek bir tanedir ve tüm insanlık için geçerlidir. Onlar da bu gerçekliğin şairleridirler. Bu noktada Seyyid Seyfullah Nizamoğlu’muzun şu şiirini anmadan geçmeyelim:
“Cümle cihan men olmuşum, Bilen bilir ki men neyim.
İki cihane dolmuşum, Bilen bilir ki men neyim.”
Doğu kültürlerinin binlerce yıllık süzgecinden geçip, günümüze yansıtılan bu “evrenselci” hümanizmi, son bin senedir demlenen ve günümüzde en zalim karakterine kavuşan emperyalist “Küreselcilik” karşısında, tüm insanlığı kurtaracak ve dil, din, ırk ve hatta sınıf ayrımının ortadan kaldırıldığı o güzel günlerin felsefi temeli olacaktır düşüncesindeyiz.