Yiğit Şanlı Alime

Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bir kaybın arkasından doğaçlama olarak söylenen manzum ve nameli çığlıklara, yakarmalara ve sızlanmalara çeşitli isimler verilir; Ağıt yakma (genel), Yas Kurma (İbradı, Antalya) ve Düzer Ağlar (Trabzon) gibi. Kayda alınmadığı için duyarak öğrenilir. Kimin için veya ne için olduğu hakkında bilgi verilir: Gelin uğurlaması, sevgiliden ayrılma, vatan hasreti, çeşitli felaketler, katliamlar, kayıp hayvan gibi.  Ölüm, kaybolma, ayrılık ve vatan hasreti bunların içinde büyük yer tutar. Ağıtlar çoğunlukla kadınlar tarafında yakılır. Ama erkekler de ağıt yakar. Altı yaşındayken yetim kalan ve babasını kaybeden Merhum Kur. Alb. Behiç Ergenekon (1909-2001 ilk şiirlerinden birisini 19 Ağustos 1925’te Çömlekçi İbrahim Dedeoğlu lakabıyla bilinen babası; yani dedemiz için yakar.

PEDERİMİN MEZARINDA

Beni pek küçük bıraktın bu fani dünyada. Beni yalnız bıraktın ben hep ağlarım hayatta.

Şebabım sönmüş bir yıldıza benziyor; Senin için feryada geldim mezara.

Bir zelzele mezarını düzlemiştir. Dünyada sensiz yaşamak bence hiçtir.

Kalbim birçok elem ahiyle dolu, Seni bulmak için arasamda emelim boştur.

Seni görmek için geldim, kalk hey peder! Seni görmezsem kalbime dolar bin dertle keder.

Dünya bana kederle, handeyle baktı, Ölümün beni ateşler içinde yaktı.

Ergenekon, 24 Ekim 1941’de vefat eden annesi Alime’nin sızısını ise ömrünün sonuna kadar yüreğinde taşımıştır.

ALİME

 (Küçük Ali ve annesi, Babasının ölümünden sonra, hayat mücadelesine atılır.)

Başında kara yaşmak, ayaklarında çarık Hicran akşamlarında bürünerek eleme;

Yanında sıska çocuk, önünde merkep arık Gidiyor köyden köye, yiğit.. şanlı Alime…

Bir ölüm fırtınası esti, başından erken; Daha otuz üçüncü baharını yaşarken.

Bahtına karanlıklar çöktü, güneş sönerken; Gidiyor köyden köye, yiğit.. şanlı Alime…

Her adımda ah eyler, titrer bastığı yerler; Taşlar dile gelir de dağlar inler..gökler dinler;

Hırçın rüzgarlar çalar ufukta yanın “ney”ler Gidiyor köyden köye.. yiğit şanlı Alime…

Ağzından bin tevekkül dökülür bin duayla; Arkadaş olur gündüz güneşle..gece ayla;

Geçtiği yol loş orman..ıssız ova.. boş yayla; Gidiyor köyden köye, yiğit şanlı Alime…

Ana evlatlarını gurbet ellerde özler, Kız çocukları evde analarını gözler,

Gülerken ağlaşırlar.. hıçkırırlar öksüzler; Gidiyor köyden köye ..şanlı Alime…

Güzün gök bulutlanır ve al tanlar kararır, Gök kubbe şimşeklenir, yıldırımlar boşanır,

“Yer-Gök Tanrısı” birden gazaplanır haykırır; Gidiyor köyden köye yiğit.. Şanlı Alime…

Istırap yatağında derdini soranı yok! Bağrında açılan bir yarayı saranı yok!

Gurbet ellerinde de özlü bir yaranı yok! Gidiyor köyden köye yiğit.. Şanlı Alime…

Göğsü imanla dolu bu kahraman yolcunun; “Kula minnet etmemek” tek kaygısıdır, O’nun,

Kıraç dağlarda tutup ucundan bir sarp yolun Gidiyor köyden köye yiğit.. Şanlı Alime…

Ankara 20-Temmuz-942

Ergenekon annesini kaybettiğinde 32 yaşında bekar bir subaydır. Annesi Alime, dul ablaları Aliye ve Şerife ile onlardan olma okuttuğu 5 çocuklu toplam 8 kişilik bir nüfusa bakar. Dayanamaz ona hitaben bir mektup yazar:

SENİ GÖREMEDEN, ANNE!

(Anneme duyduğum sonsuz acı üzerine)

Ölümünden sonra tam 2 yıl geçti, Anne!.. Sandım ki ben her acı gibi bu da geçecek…

Aziz varlığını kara topraklara gömdüğüm gündenberi, içimde gitgide alevlenen yangın, beni yakmakta devam ediyor, Anne! 

Sen ölmeden bastığım yerler titrerdi. Bugün o toprakların sertleştiğini görüyor ve ürkek adımlarla yürürken sarsıldığımı görüyorum, Anne!

Çiçeklere renk.. ağaçlara can.. varlıklara kan veren zengin toprakları, dün için sadece ap ak ve hayat kaynağı bilirdim. Bugün bir damla kanına susayan kudurmuş canavar -meğer- gene bu topraklar.. bu, aç ve kara topraklarmış, Anne!

Bir güneş gibi solduğun o kızıl, mor, sarı renklerle bezenli ufuklara doğru, sonsuz hüzünlerimle, ben, ilerledikçe ayağıma takılan her tümseğin altında -mubarek naaşının- hayaliyle karşılaşıyorum… Ferhat Şirin’ini bulmak ümidiyle, dağları nasıl yardıysa, ben de Seni bulmak heyecanıyla önümdeki bir toprak yığınını deşmek istiyorum. Sonra… sonra -bilmem neden- derin bir ürperişle derin bir ürpertiyle irkiliyor ve vazgeçiyorum, Anne!..

Belki -diyorum- bu, ya seni bulamak korkusundan veya Seni uyandırmamak arzusundandır. Kaygım yalnız şu ki, Sevgili Anam, bu yalancı dünyada çektiğin altmış yıllık ıstıraplarınla Seni yeniden karşılaştırmak pek acı olur. Bunun için, onlarında varsın, onların da -varsın- tek varisi ben olayım. Yeter ki sen bu daldığın esarlı uykuda -ebede kadar- rahat kal, Anne!

Şimdi ben, hıçkırıklarımı, hazan rüzgarlarının çığlıklarına katarak uzaklaşıyorum:

Seni göremeden …ah, Seni göremeden, Anne!.. ANKARA 25 Ekim 1943