Yilmaz Erdoğan’a ödetilmek istenen bedel -(TAMAMI)

Türk sinemasına yıllar boyu dışardaki sermayenin kanalize olmamasının nedenlerden biri de, sinema sektöründeki yapıya ve işleyişe güven duyulmaması oluşturmuştur. Gerçekten de sinema sektörümüz doksanlı yılların başına dek, onca film üretmesine karşılık dışardaki sermayenin ne ilgisini çekmiş ne de onun için cazip bir yatırım alanı olmuştur. Bırakın dışardaki sermayenin sinemamıza kanalize olmasını bir yana, sinemada kazanılan artı değer bile, sinemanın içinde kalmamış, aksine sinemanın dışındaki alanlara çoğunluğu han gibi gayrimenkullerle kaydırılarak sinemadan kaçırılmıştır. Türk sinemasının uzun yıllar güdük bir sermaye ile yönetilip istenilen ve arzulanan bir konuma gelmemesi de bu yüzdendedir.

Elbette ki sinema alanında yapımcı yada benzer konumlarda olan kişilerin bile bu alanda kazandıkları artı değeri, sinemaya yatırım yerine sinema dışı alanlara kaydırmasının bir gelenek olarak benimsenmesi, sinema dışındaki sermayeyi ürkütmüş, onun için hiçbir zaman sinema sektörümüz güvenilir bir alan- sektör olma özelliğine kavuşamamıştır.

Sinemamız uzun yıllar yalnızca sermaye açısından değil, onun ötesinde dışardan gelen insan faktörü açısından da, içine kapanık, kimi zaman dışlayıcı ve küçümseyici, çoğu zaman da karşı koyup engelleyici bir tavrı alma alışkanlığını sürdürmüş, ayak sistemi adı verilen tekelle kimselerin girmesine pek izin vermemiştir.

Ancak doksanlı yılların başından itibaren , klasik Yeşilçam olgusunun ve işleyişinin geçerliliğini yitirip, tükenme aşamasına gelindiğinde, bu sınırlamalar ve sınırlar ortadan kalkmış, hem dışardaki sermaye hem de insan faktörü bu alana kanalize olmaya başlamıştır.

Sinemamız her zaman; bir başka alanda popüler olan kişi ve sanatçıların zaman zaman, ya kendi alanlarında onca tanınmışlığa rağmen elde edemedikleri statünün bir kaynağı, ya da tecimsel açıdan iştah kabartan bir alan olmuştur. Çoğunlukla sahne, edebiyat, reklam, TV, tiyatro vs alanlarında popüler olan kişiler, bu alanlardaki başarıyla yetinmemişler, çoğunlukla da yönetmen olarak bir statü kazanmamın peşine takılmışlardır. Bunlar arasında zaman zaman, saman ateşi örneği bir parıldayıp, bir sönenler olmasına karşılık, çoğunlukla süreklilik kazananlarla, sinemayı tecimsel amaçlar dışında bir sanat olgusu olarak değerlendirenler pek olmamıştır.

İşte tam bu noktada Yılmaz Erdoğan faktörü öne çıkmamaktadır. Yılmaz Erdoğan (bir zamanlar bir filmi için sinemamızda ikinci Yılmaz Güney olabilir mi, dediğimde , bir çok meslektaşımdan bir hayli tepki almıştım. Bakıyorum şimdilerde benim yıllar önce söylediklerimi üstü kapalı olarak ifade etmeye başladılar) Yılmaz Erdoğan daha işinde başında, yani yönetmenlik sınavını verdiği ilk filminden itibaren sinemayı ne bir başkaları gibi bir statü kazanma yeri, ne de tecimsel amaçlı bir alan olarak görmüş, aksine ayrıksı filmleriyle sinemanın kimi ezberlerini bozarak bu alanda kendi ekolünü yaratma yolunu seçmiştir. Bunu yalnızca yönetmenliğiyle değil, oynadığı filmlerle de altını çizerek kanıtlamıştır.

Bundan ötürüdür ki, kimileri, Kelebeğin Rüyası’nı, kömür karası ile karalama yarışına girmişlerdir. Alkışlamayı içlerine sindirememenin onursuzluğunu, yüreklerinden ve de beyinlerinden söküp atamayanların, her başarıyı karalamaları da bu yüzdendir.