“Yin ile Yang”ın Sonsuz Döngüsü: İnci

“Ama, kötülük, her yanı tutmuştu…”

Amerikan edebiyatının en çok okunan kalemlerinden biri olan John Steinbeck, 1902’de California’nın Salinas kentinde doğdu. Irgat bir ailenin çocuğu olarak büyümesinden mütevellit, işçi ve emekçi sınıfını eserlerinde başarılı bir şekilde resmetti. Stanford Üniversitesi’nde öğrenim gören Steinbeck, yazar olmak istediği için yalnızca bu konuda kendisine yararlı olabileceğini düşündüğü derslere katıldı. Ardından birçok farklı meslek kolunda çalışan, gazetecilik yapmak için New York’a giden ve yazılarını yayımlatmayı başaramayarak doğduğu kente geri dönen yazar, umudunu kaybetmedi ve ünlü bir yazar olana dek hayalini gerçekleştirmek için çabaladı.

İlk eserlerini 30 yaşından önce verse de, kendisini asıl başarıya ulaştıran, ismini duyurmasını sağlayan Bitmeyen Kavga isimli romanını 34 yaşında kaleme aldı. Ardından yazdığı Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri, Cennetin Doğusu gibi başyapıtlarıyla başarısını tescilledi ve ününü ülkesinin dışına taşıyarak dünya edebiyatının saygın yazarlarından biri haline geldi. Fareler ve İnsanlar başta olmak üzere, birçok eseri sinemaya da uyarlanan Pulitzer ve Nobel Ödüllü yazarın ülkemiz sınırları içinde de çok fazla okunduğunu belirtmek gerek. Fareler ve İnsanlar ve İnci gibi yapıtları, Milli Eğitim Bakanlığı’nca seçilen “100 Temel Eser” kapsamında yer alıyor ve hiç şüphesiz okuyan herkeste derin izler bırakıyor.

Yoksul, emekçi, işçi sınıfının gündelik dertlerini, koşuşturmalarını, hayata bakış açılarını anlatan Steinbeck’in eserlerinin her biri, toplumsal sorunların masaya yatırıldığı eşsiz klasikler olarak günümüzde varlığını sürdürüyor. Amerikan tarihinden bir dönem seçip o dönemde yaşayan insanlara ve olaylara değinen Steinbeck, meseleleri evrensel bir hale getiriyor ve eser, anlatıldığı dönemden bağımsızlığını kazanıp genele, dünyaya doğru yayılıyor. Bu da onu, unutulmaz ve başarılı bir yazar kılıyor.

“Ta beşikten mezara dolandırıldığımızı biliyoruz. Yine de yaşamayı sürdürüyoruz.”

İnci de yine yazarın kısa romanlarından biri olarak, konusuyla ön plana çıkıyor. Kızılderili olan bir ailenin hayatına konuk olduğumuz öyküde insanlığın ezelden beri karşılaştığı ve her insanın illa ki bir tarafında bulunduğu iyilik ve kötülük kavramları eşeleniyor. Çin kültüründe “Yin ile Yang” olarak adlandırılan bir kavrama göre, zıt kutuplar sonsuz bir döngüde karşı karşıyadır. Biri olmadan diğeri varlığını sürdüremez ve bütün evren bu kuralara göre işler. İyilik ve kötülük kavramları da yine aynı şekilde değerlendirilebilir. Dini motiflerde bu kavramların Habil ve Kabil efsanesinden sonra türediği söylenir ve insanlık yok olana kadar da devam edeceği belirtilir. Zıt kutupların bir arada var olması uzun uzun irdelenecek bir konu elbette, şimdilik burada bırakıp esere geçelim.

Kino, eşi Juanna ve bebeği Coyotito ile birlikte yoksul bir Kızılderili toplumunda yaşamını sürdürür. İnci avcısı Kino tıpkı halkından olan diğer insanlar gibi bu incileri topraklarını işgal ederek sahiplenen ve kendilerine ikinci sınıf vatandaş olarak davranan insanlara satarak geçimini kazanmaktadır. Kino’nun çocuğunu bir akrebin sokması ve akabinde o güne dek denizden çıkarılan en büyük inci tanesini bulması, hayatlarının sonraki safhalarını derinden etkileyecek olayların başlangıcını oluşturur.

Hippokrates yeminine sadık olması beklenen bir doktorun farklı bir ırktan olduğu gerekçesiyle çocuğu muayene etmeye yanaşmaması fakat “inci”den haberdar olduktan sonra yumuşaması insanın kibrini açık eden en güzel sahnelerden biri elbette. Değerli inci tanelerine küçük fiyatlar biçerek, yoksul olan halkı kandırıp sömüren kapitalist düzenin başlangıcını oluşturan işgalci ve emperyalist toplumun diğer üyeleri de kocaman inci tanesini gördükten sonra bu tutumlarını devam ettirir ve hatta daha da gaddarlaşırlar. Bu yoksul aileyi yok etmeye and içmişçesine peşlerine düşerler. Kino ise çaresizce bir an önce tedavi edilmesi gereken hasta bebeği ve eşi ile amansız bir kaçış mücadelesine girişecektir.

“…yoksul kişilerin baş düşmanı açlıksa, ikincisi hastalıktır.”

Bir inci tanesi ile insanın derinliklerine inerek orada var olan iyiliği ve kötülüğü gün yüzüne çıkartan John Steinbeck, kitabın kapağını kapattığımız anda uzun bir süre hafızalardan silinmeyecek denli etkileyici bir hikâyeye imza atıyor. Bir adet inci ile, bütün bir insanlığın anatomisini ustaca ortaya çıkarıyor.

Çevirmen olarak karşımıza çıkan şair ve yazar Tomris Uyar’ın da sunuş yazısında dediği gibi, “Çünkü John Steinbeck, iflasların birbirini izlediği, işsizliğin, parasızlığın, açlığın kol gezdiği, insanoğlunun umudunun, var olma direncinin seyreldiği bir tarih anında olanca görkemiyle gerçek umudun türküsünü söylemiştir. Tozpembe olmayan gerçekçi umudun.”

Anlattığı tüm trajedilere rağmen, insanlığın geleceğine dair bir umut kapısı aralamayı da ihmal etmeyen yazarın nispeten daha hacimli eserlerine geçmeden önce, tanışmak amacıyla İnci ve Fareler ve İnsanlar başlangıç olarak seçilebilir. Senelerce yazar olma hayaliyle koşuşturan ve amacına ulaşan bu büyük yazarın edebi anlamda doyuruculuğuna bu kısacık eserlerle de şahit olabilirsiniz.

Bazen keyifli okumalar dileyemiyor insan. Bu okuma deneyiminizde başarılar diliyorum.

“Ve o güne umutla başladılar.”