Yine arşivler...Darmadağın...

Ne kadar yazılıp çizilse de, pek yararı olmuyor…. Hem de “yerli” ve “milli” olabilmenin hedeflenip, gelecekten çok geçmişe tutunmanın kutsandığı bir ortamda. İster Kassandra çaresizliği değin, isterseniz denizin derinliklerinde çığlık atmak…Hiç fark etmiyor, herkes yine bildiğini okuyor…Yine arşivler mi, dediğinizi duyar gibi oluyorum…Evet, yine arşivler… İnanın amacım; onların hoyratça yok edilişini engellemek, birilerinin – yani ilgililerin, yetkililerin dahası bu konuya duyarlı olup da sessiz ve de edilgin konumda kalmayı tercih edenlerin – dikkatini çekmek için değil, yalnızca; bu tür konulara ilişkin duyarsızlıkların ve de ilgisizliklerin altını çizip yarınlara bir not düşmek için….

Bilinen bir hikayedir… Aslında gerçektir de hep hikaye gibi anlatılır… Düz anlatılsa kimseler inanmaz diye… Ya da, hani kimi zaman “yok artık…” diye söze başlarız ya, inanın “o yok artıklar” ayniyle vakidir…

Elbette ki 1931 yılında okkası 3 kuruşa Bulgarlara satılan arşivden söz edeceğim... Hikayenin özetinin özeti aynen şöyle: Sözü edilen tarihte Osmanlı’dan kalan önemli miktarda evrak, hurda fiyatına kağıt hamur olmak üzere bir şirkete satılır. Bu durumdan haberdar olan Bulgar elçisi hemen harekete geçip ilgilileri ikna ederek onları satın alıp Sirkeci’den trenlerle Sofya’ya’ya gönderir. Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye taşıma işlemi, kamyonlar, at arabaları ve hamallar yoluyla olur. . Evrakın bir kısmı yollara dökülür… Öylesine dökülür ki, bir kısmı çöpçüler tarafından toplanıp Kumkapı’da denize atılırken, bir diğer kısmı ise rüzgarın etkisiyle her bir sokağa dağılarak darmadağın olur. Bu konuya duyarlı olan çok az sayıdaki birkaç vatandaş ise ya sokak aralarından, ya da Kumkapı sahiline giderek oradan Bulgarlardan arda kalanı toplayıp, geçmişine sahip çıkmayı dener. Ama nafile…. Giden gitmiştir bir kere… Bugün ancak; Bulgarların 1981’de gönderdiği mikrofilmlerdeki kadar sahibiz bu değerlere…Arşiv ve arşivcilik söz konusu olunca, bir hikaye gibi anlatılır bu olay… İbret olsun diye…Onun için bilmeyen yok gibidir… Her okuyup duyduğumuzda geçmişin sorgulanıp suçlanması ise adettendir: Böylesine umursamazlık, böylesine aymazlık ve dahası böylesine barbarlık olmaz diye….

Ama ibret olmuyor… Yine inanmayacaksınız ama benzerleri günümüzde de oluyor. Sanki bu coğrafyanın değişmeyen, değişeceği gibi gözükmeyen kötü bir yazgısı gibi… Geçtiğimiz aylarda neler olmadı ki? Önce filmlerin dışında hiçbir envantere sahip olmayan Mimar Sinan Üniversitesinin bünyesindeki sinema arşivi hem el hem de yönetim değiştirdi. Ama onca belgenin, fotoğrafın, arşivin tek bir envanteri olmadığı için “ne devreder” neyi, ne de “alan” neyi aldığını bilmiyor… İleride bu sırasında durum sorgulandığında devreden verdim, alan ise almadım diyecek…Çünkü devir teslim sırasında imzalanmış hiçbir kayıt, hiçbir belge, hiçbir liste yok… Üstelik böylesine bir durum ülkemizi en güzide kurumlarından birinde yaşanıyor. Aylar önce bu arşivler yoksa birileri tarafından dizayn edilmek mi isteniyor diye yazdığımızda bana karşı çıkanlar, ısmarlama yazı yazanlar şimdi neredeler?

Bilindiği gibi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Handan İnci, kendisince haklı gördüğünü nedenlerden ötürü Prof. Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi müdürü Prof. Asiye Korkmaz’ın atanmasını yapmayıp önceleri müdürlüğü kendi üzerine almış, sonrasında ise yeni bir müdürü buraya atamıştı. Bu değişim için rektör, Asiye Korkmaz’ın görev süresinin kısa zaman önce sona erdiğini, hakkında suç duyurusu nedeniyle de yeniden atanmasının yapılmadığını belirtmişti. Bu olaylardan sonra Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezinin yönetimi değiştirilmiş, rektör tarafından acilen radikal düzenlemelere girişilerek gerek film arşivinde ve gerekse de fotoğraf, belge ve afiş arşivlerinde çalışmalar başlatılmıştı. Ama ne var ki, bu çalışmalar sırasında fotoğraf ve belge arşivinin, film arşivi gibi kayıtlı/envanterli olmadığı ortaya çıkmış, bunun için envanter çalışmasına girişileceği, her bir eseri kayıt altına alıp hizmete sokulacağı belirtilmişti. Ama ne var ki bugüne kadar böylesine bir çalışma yapılmamış, koliler ve kutular içinde verilen belgeler yine aynı şekilde hiçbir sayıma, envantere gerek duymadan aynı şekilde teslim alınmışlardır. Oysaki bu koliler içinde, daha önce bu arşive kimlerin bağış yaptıkları bilindiğinden, Türk sinema tarihinin bugüne dek bilinmeyen bir çok belgesi, fotoğrafı ve afişinin yer aldığı tahmin edilmektedir.

Zor durumda olan bir diğer arşiv de Harbiye’deki İstanbul radyosunda… Deprem nedeniyle yıkılması söz konusu olan binada yılların ses arşivinin durumu pek parlak değil. Tüm itirazlara rağmen taşınıyor -belki de- taşındı. Basına yansıyan fotoğraflardan bu taşınmada en çok nelerin zarar gördüğünü söylemeye gerek yok… Yıllar önce de bu binadan çeşitli nedenlerle atılan, yok edilen ses kayıtları, taş plaklarının yerinde şimdilerde yeller esiyor… Ülkemizin en zengin ses kayıtlarının bulunduğu İstanbul Radyosu hem bu taşınma işlemi esnasında hem de daha önceki dönemlerde, oldukça önemli taş plakların ve kimi ses kayıtlarının ilgisizlik nedeniyle kayıplara uğradığı bilinmektedir. .

Bir diğer arşiv ise; birden bire kayıplara karışan Şehir Arşivi'dir. Şehir Üniversitesi’nin bünyesindeki bu güzel arşiv, üniversite kapatıldıktan sonra el değiştirmiş, sonra da ulaşımdan kaldırılmıştır. 500 bin belgelik bu arşivde ise başta Taha Toros’un yıllar boyu biriktirip buraya bağışladığı fotoğraf, belge, mektup ve kupürlerin yanı sıra, Ali Nihat Tarlan, Kemal Karpat, Şerif Mardin, Sait Halman kadar bir çok önemli ismin bağışladığı yedi bini aşkın dosyada üç bin insan hakkında bilgi ve beş yüz binin üzerinde belge yer alıyordu. Dileriz ve umut ederiz ki, yenilenmiş ve de geliştirilmiş olarak günün birinde tekrar hizmete sokulsun.… Bir diğeri ise ne yazık ki yine bir büyük üniversitemizin bir fakültesine ait. O da taşınma sırasında bir hayli hırpalanarak bir yara aldı… Bu arşivde ise yine sinemayla ilgili bir çok değerli bilgi ve bağış yoluyla elde edilen eserler muhafaza ediliyordu. Bu listeyi daha uzatmak mümkündür. Örneğin ansızın kiralarını ödeyemedikleri için sokağa bırakılan, aralarında bakanlık destekli SESEM’ın da bulunduğu sinemayla ilgili meslek kurumlarının sokağa dökülen arşivleriyle, kimi festival ve vakıfların yok edilen arşivleri gibi…

Kısacası her geçen gün belleğimizi yitiriyor, geçmişten geleceğe aktaracağımız her bir değeri umarsızca ve de hoyratça tüketip yok ediyoruz… Görkemli binaları restore edip müzeler açıp da, içini dolduramadığımız da bu yüzdendir.