Yine bir restorasyon faciası: Galata Kulesi

Ocaklı Ada Kalesi (Şile), Süheyl Bey Camii, Tekfur Sarayı, Anamur Mamure Kalesi, Mesnevihane Camii, Atik alide Külliyesi Şifahanesi, Ayasofya Orhan Camii, Hatay Arkeoloji Müzesi Roma Mozaikleri , İshak Paşa Camii, Antiphellos antik Tiyatro, Battal Gazi Külliyesi, Sinan Paşa Külliyesi, Apollon Tapınağı, Urfa Kalesi, Mısır Çarşısı, Bursa Pirinç Han, Mersin Mamure Kalesi, Aydın Dandalaz Köprüsü, Ankara Zeynel Abidin Camii, Fatih Tarsus Mescidi, İshak Paşa Sarayı vs. vs…

Kısacası Gerek’ten Roma’ya, Selçuk’tan Osmanlı’ya tüm medeniyetlerinin izlerini taşıyan dünya mirası yapılar/eserler/şaheserler… Tümünün tek ortak noktası; sözüm ona restorasyon adı altında yapılan kıyımın, bilgisizliğin, kör cahilliğin hışmına uğramaları… Abartmıyorum; her daim, her konuda sözünü edip de bir türlü somutlaştıramadığımız, o bilinmeyen “dış güçlerden” birilerini maaşa bağlayıp da, bu güzelim ülkenin geçmişine ilişkin her bir şeyi barbarca yok etmelerini istesek, inanın bundan daha kötüsünü, isteseler de yapamazlar.

Yapmaya çalışsalar bile sonunda insafa gelip pes edelerdi Türk işi restorasyonun son kurbanı da hepimizin bildiği gibi, yıllar yılı kendi halinde unutulmuş gibi yaparak ayakta kalmayı başaran Galata Kulesi oldu…

Derken o da Galata ile Cadde-i Kebir arasında yapılması düşünülen kültür-sanat kuşağında yer aldığı için, önce el değiştirip, sonra da elden geçirilmeye başlandı. Ama ne başlama… Eğer kazma sesleri birilerinin kulağına dek gelmeseydi, belki de Galata Kulesi’nin molozlarını Haliç’in içinden toplardık…. O kadar olur mu demeyin?

Biz Galata da neler gördük…. Raimonda D’Aranco’nun restore ettiği art art nouveautarzının özgün bir örneği Merzifonlu Karamustafa Paşa’nın mescidi nerede şimdi? Yerinde yeller esiyor…Bırakın onun, yeniden yapılmak için tek tek numaralanmış molozlarını Haliç’te bulmayı, yıllar sonra ancak Kınalıada’da rastladık. Galata Kulesi’ndeki olay, tam anlamıyla bir komedi…

Birilerine anlatsanız inanın “bu kadar da olur mu” der… Ama oluyor…. Hem de bizimle alay eder, dalga geçer gibi… Duvarı yıkıyorlar… Sonra da bu duvar yeni yapılmış diyorlar… Ama ne uzmanları ne de gazetecileri oraya sokup işin doğrusu budur diyemiyorlar…Sonra yıktıkları duvarı yeniden örüyorlar….

Madem duvar sonradan yapılmışsa neden yıkma devam etmiyorlar. Ama bu kez de yön değiştirip “alttaki özgün yapıya ulaşma işlemi “ diyorlar…Peki bu doğruysa, işleme niye devam etmiyorlar…

Hem yazılıp çizenlere karşı çıkıyorlar, hem de yapılan biz de memnun değiliz diyorlar…Bunlar kim söylüyor? Kısacası bu ve buna benzer yapıları emanet ettiğimiz onları korumakla mükellef Türkiye Cumhuriyetinin en üst düzeydeki iki korum Hem de; insanların gözlerinin içine baka baka –hadi kibarca diyelim- dalga geçer gibi…… Eğer dalga geçmiyor; yapılan işlemler – yani yıkımlar- doğruysa, o zaman basını, bu işin gerçek uzmanlarını çağırıp, “siz yalan söylüyorsunuz, bizim yaptığımız doğrudur” diyerek niye göstermiyor, dahası, niye yıktığınızı tekrar, yangından mal kaçırır gibi alel acele eski haline döndürmeye çalışıyorsunuz…

Anlaşılır gibi değil…

Ama işin kabul edilmez yanı ise bu eserleri korumakla yükümlü iki büyük kurumun, böylesine önemli bir yapıyı, restorasyonla uzak yakın ilgisi olamayan kişi ya da kişilere verme, emanet etme cesareti…

Bu çapsız kişilere verilen emanetlerin, tarihi değerlerin ne hale geldiklerini görmüyorlar mı? Bu işin eğitimini görmüş, onca uzmanı, bileni varken, niye ille de onlar… Her tarihi yapı; yalnızca kazmalarla değil, bu işleri yapar gibi gözükenlerle, onlara bu işleri verenlerin, o bilinip de bir türlü söylenemeyen zihniyetlerinin sonucu, telafisi asla mümkün olmayan yaralar alıyor… Kısacası ne söylesek boş… Böyle gelmiş…. Dileriz ki böyle gitmez… Gitmez ama, bu gidişle, restore edip de perişan edilecek yapı filan da kalmayacak…