Yine Ulusal Marş!

Yine Ulusal Marş! 

Geçtiğimiz günlerde köşemdeki yazımda ulusal marşımızın lig maçları öncesinde çalınmamasının daha doğru olacağından söz etmiştim. Çok tepki alacağımı sanmıştım. Ama tersine oldu. Hatta “Bu hafta kanayan bir yaraya parmak basmışsın” diyenler bile oldu. Aslında az bile yazmıştım. Bu konunun çok yönlü konuşulup tartışılması gerekir. Kaldı ki tribünlerde yapılan saygısızlıklar da çabası. Ulusal marşımızın her mısrası kahramanlık ruhu ile yazılmıştır. Onu sıradan bir marş gibi söyleyemezsiniz. Mısralarının taşıdığı kahramanlık ve milliyetçilik vurgularını, ancak büyük bir coşku ile söylerseniz olur. O coşkuyu da sıradan bir lig maçı öncesi hissedemezsiniz. Üstelik de söylenmesi zor olan bir marş olması, statta 40-50 bin kişinin marşı hep bir ağızdan söylemeye çalışması ama söyleyememesi ortaya bir uğultunun çıkmasına neden olmaktadır. Buna da rıza göstermememiz gerek.TFF mi yoksa devlet erkanı mı üstlenecek bilmiyorum ama bu işe bir disiplin getirilmesi gerekiyor.  

TEKNİK DİREKTÖRLERİ FUTBOLCULAR YARATIR 

Kimliği, kişiliği, tarihi ve ekonomisi içinde evrensel futbolcuları barındıran ve bütün koşulları elverişli olan futbol takımlarının, bu şartların hiç birisine sahip olmayan Anadolu takımlarına karşı futbolun azizliği olmadığı takdirde galip gelmemesi çok zordur. 

İşte Fenerbahçe cumartesi günü bu avantajlarını gerektiği gibi ve gerektiği şekilde kullandı ve sonucu hepimiz gördük. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse Fenerbahçe geçtiğimiz haftalarda hiç böyle değildi. Eğer bir takım içinde saydığım bu özellikler yanı sıra, Emenike, Mousa ve Vebo gibi evrensel boyutta futbolcular aynı anda oynuyorsa, bu takımın karşısında durabilmek çok zordur. Gol atmamaları da zordur. Tabiidir ki bu futbolcuların başındaki teknik direktör körleme değil de bu üç oyuncunun özelliklerine göre oynayacağı yerleri tespit eder ve onları oraya monte ederse, bu takımın başarısız olması ve gol atmaması imkansızdır. Teknik direktör İsmail Kartal maç sonrası televizyon kanallarına verdiği röportajda her futbolcusunun her yerde oynayabildiğini söyledi. Ancak yeteneklerine göre en uygun futbolcu kombinasyonunu yapıp sabitlemesi takımın başarısını perçinleyecektir. 

Son maçta benim en çok beğendiğim pozisyon Musa’nın 3 rakip futbolcuyu geçtikten sonra kafasını kaldırıp kaleciye bakması ve kalecinin sol tarafına plase ile gol atmasıydı. Bunu her futbolcu kolay kolay gerçekleştiremez. 

İsmail Kartal’ın, bu maçtaki planı programı iyi idi. Bu nedenle de başarılı oldu. Define ararmış gibi arayıp kusur ortaya çıkarmanın bir anlamı yok. Bazı teknik direktörlerin albenisi olmayabilir. Önemli değil. Önemli olan takımın başarısıdır. Nitekim Fenerbahçe, her şeye rağmen adım adım şampiyonluğa doğru ilerliyor. Böyle giderse de onun önüne engeller koymanın bir anlamı yok.  

Şunu da unutmamak lazım teknik direktörlerin başarısında, futbolcuların yeteneklerinin payı çok büyüktür. Teknik direktörleri biraz da futbolcular yaratır. Kimsenin böbürlenmesine gerek yok. Bunu çok iyi biliyorum. Çünkü kendim de bir zamanlar bu görevi yaptım. Bana da futbolcularım şampiyonluk yaşatmışlardı. Her zaman bu onların başarısıdır diye düşünmüşümdür.  

Hep sözünü ederim; teknik direktörlerin takım üzerindeki başarısı sınırlıdır ve yüzde olarak azdır. Esas önemli olan futbolcuların yetenekli olmasıdır. Takımı da teknik direktörü de başarılı yapan futbolculardır. 

RADİKAL ÇÖZÜM GETİRİLMELİ 

Fenerbahçe, Rize maçını 5-1 kazanıyor. Otobüs ile Trabzon Havaalanı’na gitmek üzere yola çıkıyorlar. Dünyada bir ilk sahneye konuluyor. Otobüs tam viyadükten geçerken şimdilik kimliği belli olmayan kişiler pompalı tüfek ile saldırıp, şoförü yaralıyor. Anlaşıldığına göre haince bir pusu bu. Bir anlamda Fenerbahçe üzerinden Türkiye’de anarşizm yaratmak. Tüm takım otobüste. Şoförün canına kastetmek demek ne demek? Tabii ki otobüste olan tüm insanların canına kastetmek demek. İnsanın aklı almıyor. 

Peki kim sahneledi bu oyunu bilemiyoruz. Henüz belli değil. İlgililer sadece olayı kınadıklarını söylüyorlar. Ne yazık ki kınama sözleri olayları çözmüyor. Fenerbahçe’ye resmen suikast girişimi yapılmış yapılmamış düşünülmüyor. Ankara’nın en çok düşündüğü şey, seçim kuruluna verilecek aday listeleri. Kimi sevinç içinde havaya zıplıyor, kimi karalar bağlıyor. Aslında kasap et derdinde koyun can derdinde. 

Yetkililer bu gibi benzer olaylarda “suçlular er ya da geç yakalanacaktır” ya da “kanları yerde kalmayacaktır” sözlerini söylemeye pek alışıktırlar. Aslında bu kasti teşebbüsün kimler tarafından yapıldığı çok önemli. Belki de bu, sadece kendini bilmez birilerinin provokasyonudur. Şu an bilinmiyor ama yetkililerin bulacağız diye umutlandırdıkları gibi olmalı ve de kişiler, guruplar ya da kurumlar töhmet altında kalmamalıdır. Hafife alınacak gibi bir durum değil. Bu bir katliam girişimidir. Bunun altından kimler çıkacak şu anda bilme durumunda değiliz. Bekleyip göreceğiz. Yalnız şu gerçeği de görmeliyiz. Artık Türkiye’deki yabancı futbolcuların moralleri bozuldu. Duyduğumuza göre bazıları ülkeden gitmek istiyorlar. Bu olay belki de Türk turizmini de baltalayacak. Radikal çözüm üretilmesi gerekiyor bence. 1996 yılında Fenerbahçe’nin 2-1 kazandığı maç da olaylı olmuştu. Maç bitince stattan çıkamadık, otele dönemedik. Gecenin geç saatinde resmi makamlar Fenerbahçeli futbolcuları ve biz basın mensuplarını Karadeniz Üniversitesi kampüsünde misafir ettiler. Şampiyonluk gecesi orada yaşandı. Kimsenin burnu bile kanamamıştı. Böyle olmasına rağmen ben “Vietnam’dan dönüyorum” diye yazı yazmıştım. Karadenizli arkadaşlarım da kızmışlardı bana.  

Olaylar hakkında her zaman olduğu gibi herkes kendine göre bir senaryo yazıyor. Bunların da gerçekle bir alakası yok, hepsi afaki. Böyle bir olay ki ben futbol hayatımda böylesini hiç görmedim. Yunanlılarla Atina’da yaptığımız büyük kavgalarda bile böyle bir durumla karşılaşmamışızdır.  

Rekabeti bu duruma sokanlar kimler? Bunları ortaya çıkartıp, afişe etmek gerekir. Lütfen bunu kayıkçı kavgasına çevirmeyelim. Türk futbolunun bu anarşik olaylardan kurtulması için elbirliği ile çalışalım.