YÖK üzerine -(TAMAMI)

Ekonomi ile eğitimin ilgisini kimse tartışmaz sanıyorum. Gündemde “Yüksek Öğretim Tasarısı” olunca bu konuda yazmanın daha yararlı olacağını düşündüm.

YÖK Yasası, o dönemde yasa koyucuların amaçlarına hizmet etmiştir. Yasanın çok kez değişmesine karşın tasarlananlar gerçekleşmiştir. Altı boş, teorik çağdaş üniversite tartışmalarının gölgesinde istenenlere ulaşılmıştır nitekim. Sayıları 170’e ulaşan üniversitede sessiz bir çoğunluk yaratılmıştır.

Bu yasa taslağının ne tasladığını anlamak zor. Çünkü taslak 30 yılda yaşanan ve üniversitelerin kemiklerine kadar hissettiği sorunların hiçbirini temel almıyor. Benzer şekilde, mevcut yasaya ve tasarıya karşı çıkan entel kesimin de yönelttiği eleştiriler de aynı havayı gösteriyor. Yani klişe eleştiriler; özerklik vs. köy göçmüş kimsenin haberi yok.

Öncelikle, demokratik yönetimin olmazsa olmazı olarak sunulan dekan ve rektörlerin seçimle gelme uygulaması ve özleminin demokratik yönetim ve özerklikle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığının altını çizmek gerekir. Akademik dünyada bu şekilde tek dereceli seçimle ve bu derece yüksek yetkilere sahip yönetici seçiminin rasyonel bir tarafı yoktur. Açıkçası tek kademeli seçim sistemi üniversitelerin doğasını yıpratmıştır. Seçim, karar sürecine her kesimin katılımı için yapılırsa demokratik olur. Dolayısıyla üniversitelerde paydaşlar kendi temsilcilerini seçmeli onlarda yöneticilerini belirlemelidir. Akademiden gelen kimse akademik işlerle uğraşmalı, idari ve mali işler profesyonellere bırakılmalıdır. Ancak yeni tasarı ile bu sorunu daha da ağırlaştırılmaktadır. Örneğin iki tip rektörümüz olacak, Kurul atamalı ve Cumhurbaşkanı atamalı gibi.

YÖK uygulaması ile akademik yükselme ve kalite anlayışı ulusal düzeyin de altına çekilmiştir. 1984 yılında öğretim elemanı yetersizliği gerekçesiyle herkesi doçent yapan YÖK, 1989 yılında da süresi dolan herkesi profesör kadrosuna atamıştır. Bu arada öğretim elemanı gereksinimini karşılamak için ABD özentisi olarak Yardımcı Doçent unvanı getirilmiştir. Bu elemanlar diğer öğretim üyelerinin hemen tüm haklarını elde etmişlerdir. Ders vermenin ötesinde, dekan ve bölüm başkan yardımcısı, enstitü ve yüksek okul müdürü veya yardımcısı vb. idari görevler, yüksek lisans doktora yönetmek gibi akademik fonksiyonlar yerine getirmektedir. Sonra bu elemanlar doçent olmak isteyince yeni bir işlem zinciri uygulanmaktadır. Yapılan sınavlarda sıkça bu elemanların bilimsel yetersiz olduğu kararı çıkmaktadır. Belirli bir süre sonra yapılan sınavlarda da aynı sonuç alınabilmektedir. Şimdi sisteme bakalım; Yıllarca ders veren, yöneticilik yapan, akademik görev alan ve tez yöneten bir eleman nasıl bilimsel yetersiz olabilir. Eğer bu doğru ise, bu nasıl bir kalite uygulamasıdır. Dolayısıyla sınav konusu (yabancı dil ve bilim) doktora aşamasında bitirilmelidir.

YÖK uygulamalarından sonra öğretim üyesi sayısının hızla yükselmesi üzerine yükselme ölçüleri değiştirilerek bilimsel olmayan uygulamalar getirilmiştir. Kaliteyi üretmek yerine kalite ölçme kolaycılığı seçilmiştir. Bu konu yasadan çok yönetmelikle ortaya konsa da yeni tasarıda bunun işaretleri rektör atama aşamasında verilmektedir (Aday puanı). Bilim adamlarını puanlamak gibi bir uygulama vardır. Yani kalite veya nitelik, nicelik olarak ölçülebilir mi sorunu? Doçentlik ve Profesörlük başvurusu için yeni adı Thomson-Reuters olan bir arama sitesi tarafından taranan dergilerde yayın yapma koşulu getirilmiştir. Dünyada 2006 yılında tahminen 23750 adet uluslararası hakemli dergi yayınlandığı bilinmektedir. Bunlardan sadece 8466’sı söz konusu şirket tarafından taranmaktaydı. Demek ki, uluslararası dergilerin yüzde 33’üne yer veren bir şirketin taradığı dergilerde yayın yapmadıkça doçent veya profesör olmayı bırak, başvuru da yapma olanağı verilmemektedir. Diğer ulusal ve uluslar arası dergi, kitap vb. yayınları neredeyse yok hükmünde sayan bu anlayışla sadece ismi “bilimsel atıf indeksi” olan bir şirket değerlemesi dikkate alınmıştır. Gerçek ismi Thomson-Reuters indeksi olan bu ölçünün zorunlu olmasının yasal olarak sorunlu olması bir yana, Türkçe yayın yapmayı değersiz kılan uygulama ile bunca yıllık üniversite geçmişi olan Türkiye’de Türkçe bilimsel yayın stoku oluşmasının YÖK tarafından engellenmiş olması en büyük kayıptır.

Son bir soru; Bu sisteme sessiz kalanlar yanıt versin? Türkiye’nin batısında haftada 20-30 saat dersi olan ve ek ders ücreti olan öğretim üyelerinin olduğu bir üniversite var mı?