Yoksulluğun çelişkisi Giffen Paradoksu
Yoksulluk sınırı 14 bin 534 TL, açlık sınırı 5 bin 263 TL, bunlar Memur-Sen’in verileri.
Asgari ücret halen açlık sınırının altında, çalışanların büyük bölümü asgari ücret alıyor.
İşsizlik 20 milyon kişiyle ifade ediliyor, her dört gençten biri okulsuz veya işsiz halde.
Dünyanın, gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden biriyiz; en üsttekilerle en alttakiler arasında 8-9 kat fark var.
Tablo budur! Türkiye siyasetten önce ekonomik açıdan bir yol ayrımındadır; borçlanma ile özelcilik bir yanda, üretim ile kamuculuk diğer yanda… Sandığa yakın duranı da, “kararsız” denilen ve sandık ile arasına mesafe koyanı da, gerçekte “ekonomideki tercih” etkileyecek ve bu tercih de seçim sonuçlarını şimdiye kadar olmadığı oranda belirleyecek…
REFAHIMIZ VE GÜVENLİĞİMİZ İÇİN…
Çevremizdeki savaş ve çevresel yığınak ortamı da dikkate alındığında, Türkiye için gri tonlar artık yok; iktisadi refahımız ve toprak bütünlüğümüz açısından, komşularla güvene dayalı ilişkiler temelinde gelişen “Asya/Avrasya ekseninde” yerimizi sağlama almak zorundayız. Unutmayalım ki, canlanmayı bekleyen çarşı-pazarımız, uygun krediler peşinde koşan girişimcilerimiz ve mazotu, doğal gazı elverişli fiyatlarla tüketmek isteyen sanayicilerimiz ve çiftçilerimiz açısından da, dış politika ve ekonomide doğru tespitler yapmak durumundayız.
AKILCI EKONOMİ VE DIŞ SİYSET
Türkiye’nin paracı iktisadi sistemlerle bir çıkışı, Atlantik sisteminin seçeneksizliği içinde bir geleceği yok. Kadim sistem bizi borçlandıkça övmeye, elde avuçta kalmadığı zaman da törensiz gömmeye hazırdır! Bununla birlikte, Atlantik ile iktisadi akılcılık içinde mesai yapmak, dünyanın yeni gelişen dinamiklerini değerlendirmekle çelişmez; tam tersine, akılcı dış siyaset ve iktisadi düzen, güçlü Türkiye demektir. İhtiyacımız olan şey, ezberi bozmaktır.
ENFLASYON YANGIN, STAGFLASYON YANARDAĞ!
Bakınız, Hazineyi vergiyle, bütçeyi zamla yamalayan düzenek her bir aile ve sektör için bir kara delik demek… Üretimsizlik sonucunda geldiğimiz noktada enflasyon tehlikesi deniyor ya, işte 'o eşik' çoktan aşıldı, kitabın ortasında kaldı! Gitgide içe kapanan + borca batan hallerdeyiz... Durgunluk içinde enflasyon (stagflasyon) bazındayız. Kaldı ki, enflasyon, yangındır; stagflasyon ise yanardağdır! Tüm bu tabloyu tasarrufla, yatırımla, istihdamla, üretimle ve gerçekçi dış satım politikasıyla bir plan temelinde aşmalıyız.
ÖNCE İNSAN VE AİLE
Türkiye’nin siyasetçileri, yurttaşına bir seçmen olarak bakmadan önce bir insan olarak bakmalı, en büyük kurum olarak aile kurumuna değer vermeli, adımlarını ona göre atmalıdır.
Çarşıda, markette fiyatlar almış başını gitmektedir. Bu gerçeğe karşılık, alım gücünün azalmasına aldırmadan “Alışveriş merkezleri dolup boşalıyor”, “Caddeler insan kaynıyor” demek asıl gerçeği gözden kaçırmaktır. Arz-talep dengesizliği ve denetimdeki aksaklıkların da etkisiyle, kolayda mallar ve günlük gıda ihtiyacına yönelik tüketim eğrisinin artması, çelişki gibi görünse de doğaldır. Ne var ki sürekli artan fiyatlar karşısında vatandaşın borca-harca tüketim saikinin kamçılanması, ekonomide Giffen Paradoksu olarak tanımlanan bir durumdur. Ben buna, 'yoksulluğun çelişkisi' diyorum…
HALKIMIZI GÜÇLENDİRMEK GEREK
Evet, gelir adaletsizliğinin ve yetersizliğinin üzerine bugünkü gibi piyasa yangınları sırasında yurttaşlar şaşırtıcı biçimde ve son derecede olağan bir refleksle tüketim harcamalarını artırabilir.
Ancak, bu olguya bakarak, mutfaktaki yangını yok saymak hele ki, mal ve hizmetlerdeki kalite düşüklüğünü göz ardı etmek, bir büyük yanılgı oluşturur. Elbette daha büyük yanılgı üretim ekonomisine geçmemek ve bölge merkezli dış siyaseti öncelememek anlamında belirir. Türkiye, kendi gerçekleriyle yüzleşmeli ve dünyanın gelişen dinamikleriyle hesaplaşmalıdır.
Bu, Türkiye’nin güçlenmesi demektir ve ulusal devletimizin güçlenmesi halkımızın da güçlenmesini gerektirir.
TOPLUMSAL ŞEMSİYE - ULUSAL DAYANIŞMA
Bu bağlamda sosyal politikaların ve herkesi kapsayan büyük sosyal güvenlik şemsiyesinin ihyası kadar, nüfusun çok darda olan kesimlerine kimi dönemlerde daha da özen göstermek elzemdir. Gerçekten giderek pahalılaşan hayat koşularında en büyük çileyi çeken kesimlerden biri de emeklilerdir. Geride bıraktığımız bayram döneminde ikramiyelerinde kayda değer bir artış bulamayan emeklilerin koşulları mutlaka iyileştirilmelidir. Ulusal dayanışmanın doruklara çıktığı dönemlerde, örneğin, emekli maaş ve ikramiyelerinde yapılacak artış söz konu olduğunda, paranın bir maddi bir de 'moral değeri' olduğu unutulmamalı; devlet emekliler için elinden geleni içtenlikle yapmalıdır.
Bu gerçekleri ve beklentileri hayata aktarmak ve halk kesimlerini geliriyle geçimiyle güçlendirmek için, Türkiye’nin iktisadi anlamda ve dış politika alanında doğru siyasetleri üretmesi ve kararlılıkla izlemesi gerekir.
Yoksa bütüncül kalkınma ve refah toplumu hedeflerimizden geriye düşeriz ve bu kez, 'yoksulluğun çelişkisi' içinde vaatlerimizin çelişkisini yaşarız, ki, bu da sandığa yansır!