Yorganlarımızdaki saklı tarih

Bu hafta siyasi tarihimize mola verelim.

Biraz da kültürel tarihimize girelim.

Havalar soğudu.

Yorganlar çıktı.

Sosyal medyada şöyle başlayan bir yazıya rastladım.

“İtiraf edeyim. Elime geçen ilk fırsatta çeyizimle gelen saten yorganları kaldırdım.

Hâlbuki iki kişilik olan civciv sarısı saten vardı, bir görseniz deseni; bakmaya doyamazdınız.

Ama işte o hafif yorganlar ve bir de nevresimler çıkınca oh dediydik, medeniyet!

Üstümüzde kilolarca yorgan olmadan, değiştirirken bin tane düğme iliklemeden hayat çok daha kolay.”

Bizim de vardı. Hâlâ var. Yün olanlar da duruyor. Hatta yorgan iğnem bile. Nevresimi sonuna kadar destekliyorum. Zaman değerli.

Beşiktaş’taki yorgancı “cafe” oldu galiba. Akaretlerden peşlerine ne kadar İngilizcesi, Amerikancası yetmemiş gibi uyduruk İtalyanca, Portekizcesini de takmış üstümüze üstümüze doğru geliyorlar o “cafeler” zaten

Hadi diyelim, yorganları temizleyiciye veriyoruz. Ama öyle de pahalı ki…

Neyse ki ayakkabı tamircimiz duruyor. Bu arada işleri çok artmış. Arada bir gider sohbet ederiz, Türkiye’yi kurtarırız. Yerini değiştirdi ama hâlâ dükkânı ve mesleği “hayat pahalılığı” nedeniyle ayakta. Sevinsem mi üzülsem mi…

YORGANCI, TURŞUCU

AYAKKABI TAMİRCİSİ, SAATÇİ

Yazarımız Bige Güven Kızılay, yorganlarla ilgili yazısına şöyle devam ediyor:

“Yıllar geçti üstünden. Erenköy'e taşınmışız, kızıma hamileyim. Ethem Efendi caddesinden aşağı yürüyorum. Bir koku geldi burnuma, nasıl ağzım sulandı anlatamam. Aaa! Turşucu! Hem de dizmiş vitrine şölen gibi, çeşit çeşit... Havuuuç, bibeeer, lahana, kelek, pancar... Ay dedim almazsam ölürüm! Zaten canım deli gibi ekşi istiyor. Öyle ki ekşi kelimesini bile söylemeye doyamıyorum. Eşim çok gülüyor halime, bak diyorum ne güzel kelime di mi, ekşi, ‘ekşi’.

(İzin verin araya gireyim. Hep halkımızın deneyimleriyle ve gözlemleriyle çıkardığı bazı yaşama ilişkin bilgileri araştırıp bilimsel alana aktarılmasından yanayım. İşte buyurun biri daha. “Ye ekşiyi doğur Ayşe’yi, ye tatlıyı doğur atlıyı” derler. Genellikle tutar… Bir gerçekliği var galiba… ŞP)

Devam ediyoruz Bige Hanımın yazısına:

“Neyse giriyorum dükkâna. En çok lahana turşusu severim. Ondan bundan, torba torba turşular elimde çıkıyorum.

“İki adım yürüyorum ki bir de ne göreyim...

“Yorgancı! Küçücük, minicik bir dükkân. Tertemiz. İki kardeş, (kardeşler kesin, çok benziyorlar birbirlerine) oturmuşlar yere, ellerinde bir yorgan, iki ucundan işliyorlar. Duvara asılı rengarenk tablo gibi yorganlar, bir köşede yığılı saten kumaşlar, yerde Nuh’tan kalma bir radyo, cızırtılı bir Türk Sanat Müziği nâmesi geliyor.

“Burnumun direği sızlıyor bir anda. Utanmasam cama yapışacağım. Öyle sıcacık, öyle tanıdık, öyle davetkâr ki... Koskoca çocukluğum o minicik dükkâna sığmış sanki...

“Ya ben ne yaptım yorganlarımı?

“Kaldırdım.

“Vicdanım cızz...

“Bugünlerde bilim diyor ki üstünüzde ağır bir örtü ile uyumak daha sağlıklı. Bunun için özel ağırlıklı örtüler üretmeye başladılar. Yani ne oldu, tarih tekerrür ediyor yeniden.

Ama o yorganların rengi, deseni, emeği, ruhu var mı deseniz, ı-ıh...

“En iyisi şu dolabı bir açayım artık ben...

“Hanimiş benim yorgancıklarım, bir bulayım, sereyim...

“Dua edeyim bir de... Böyle tek tük kalan ‘sahici’ dükkanlar, ekmek kapıları hep açık olsun bizlere..

“Turşucu... Yorgancı... Ayakkabı tamircisi... Saatçi....

“Çünkü ruhumuz onlarda gizli." (#bigeguvenkizilayyazıları,#bigeguvenkizilayankara)

TÜRK EL SANATI

Yorgancılık aslında bir Türk el sanatı. Desenler tablo gibiydi. İğne şaşmaz özenle çizilmiş sanki… Tavus kuşları, bütün haşmetiyle kuyruğu, tüyleri… Geometrik desenler… Babadan oğula ya da usta çırak ilişkisiyle yaşamış gelmiş. Hatta Kilis gibi yorgancılık sanatıyla anılan kentlerimiz vardı.

Kaşgarlı Mahmut Divan-ı Lügat’it Türk’te “yorgan” sözcüğünün “yoğur kan” sözcüğünden geldiğini yazıyor.1

Başlangıçta yorgan çobanların üzerlerine örttükleri, kadınların sarındıkları örtü anlamına kullanılıyor.2

Üretim sisteminin gelişimine bağlı olarak kullanılan malzeme değişmiş.

Ta ilk başa gidersek “Türk kültüründe ateş çok önemli bir yere sahiptir. Ateşe saygı gösterilmesi gerekir. Onun yatağı yağlı kurum ve kara istir; soluğu dumandır, aşı kuru odundur. Köz yastığı, kül yorganıdır.”3

Bitkilerden yapılmış, hayvancılığın gelişmesiyle keçe, yerleşik hayata geçişle pamuk üretimi, dokuma “yorganlar”… Ama bizim yüklüklerimizdeki kat kat yorganlar Anadolu’da, özellikle Selçuklu ve Osmanlı döneminde merkezi imparatorluk düzeylerine çıkıyor.

SELÇUKLU VE

OSMANLI YORGANLARI

Hallaç sözcüğüne ilk Selçuklular’da rastlanıyor. Kullanılan gelişmiş aletler var artık. Hallac-ı Mansur’a da lakap olmuş. 16. ve 17. Yüzyılda bırakın kadife, atlas, saten ipeği yorganlar altın, gümüş tellerle, değerli taşlarla, incilerle işleniyor. Sünnetlerin, düğünlerin, loğusaların, törenlerin geleneksel önemli bir olmazsa olmazı.

Ordu sefere çıkarken ya da zaferle döndüğünde yorgancılar ve hallaçlar da şenliklere katılıyor, sanatlarını padişaha sergiliyorlar…

“Sünnet düğününün sekizinci ve dokuzuncu günlerinde sırası ile çadırcılar, kavaflar, kavaf yamakları, bakkallar, yaş meyveciler, kavukçular, yorgancılar, bedesten esnafı, esirciler, hallaçlar alay göstermiştir. Yorgancıların takdim ettikleri düğün hediyeleri; altıyüz dirhem gümüş leğen ibrik, iki yüz on beş dirhem gümüş tepsi, yüzelli dirhem kapaklı bir gümüş tas, atlas ve bürümcük üzerine işlemeli dört tane kıymetli yorgandır. Hallaçlar ise sırmalı bir yastık hediye etmişlerdir. Yorgan, yastık ve şilte yapanlar ise iki renkli altın simli kumaştan bir bayrak taşımaktadır.”4

“Şenliklerde padişah önünden geçen esnaf sıralanırken, yorgancı esnafı sekizinci sıradadır. Kendilerine özgü giydikleri kıyafetler ile hallaç esnafı geçmektedir. Devamında devenin sırtında bir dükkânın olduğu ve içinde bir kişinin pamuk attığı görülmektedir. Dükkânın üstünde ise renkli pamuklardan yapılmış aslanlar yer almaktadır. Kavukçu, takyacı, yorgancı ve kapamacı da yanlarında bulunmaktadır. Bayrakları ise kırmızı renktedir.”5

Evliya Çelebi de yorgancı ve hallaç esnafını çok ayrıntılı anlatır.

YORGANI BÜYÜTME ZAMANI

Yorgancılık bizim kültürel mirasımızda önemli bir meslek ve sanat. Yakın zamana kadar da öyleydi. Neredeyse her mahallede ailemizin yorgancısı vardı. Kapalıçarşı’da çeyizciler sıra sıra. Satenler nasıl da o ışıklı ortamda vitrinde parlardı. Türkçemizde birçok benzetmelerde, atasözlerinde hâlâ kullanılan bir sözcük. Ayağımızı bile nereye kadar uzatacağız, bilirdik.

Vatan Partisi’nin genç Genel Saymanı Yıldırım Gençer göreve başladığında ilk konuşmasında Türkçe’ye ve bizim böyle gelmiş böyle giderimize bir yenilik getirmişti. “Artık yorganımızı ayaklarımıza göre büyüteceğimiz bir döneme girdik” demişti de hepimize iktidar yolunda yeni bir gayret gelmişti. Hemen mesajı almış ilk iş aidatlarımızı üçe-beşe katlamıştık.

Yorgan gitmiş, her şeyin yapayı gibi pufy… mufyler gelmiş ama aslının özel anlam yüklü adı hâlâ sımsıcak yaşıyor. Hepimizi de ateşliyor.

O elyaflar piyasaya girerken yün ve pamuk yorganların ne kadar zararlı olduğu konusunda ne kadar da yazılıp çizildi. Tıpkı sağlık bakımından hiç evinize sokmamanız gereken sıvı yağların zeytinyağını anayurdundan kovarken bizleri havalara uçurması gibi.

“Yerli ve millî” olma dönemi yeniden başlayınca bakın bizi ana kucağı gibi saran yorganlarımız da geri dönüyor, zeytinyağımız da.

Bu emperyalizm her türlü bünyeye çok zarar!

1 Besim Atalay, Türk Dil Kurumu, 1972, s.92.

2 Bahaeddin Ögel, Prof. Dr.; Türk Kültür Tarihine Giriş,c.3, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000, s.221.

3 Deniz Karakurt, Türk Söylence sözlüğü,2011, s.158.

4 Metin And, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1982, s.259.

5 Eremya Çelebi Kömürciyan, İstanbul Tarihi-XVII. Asırda İstanbul Tarihi, Eren Yayıncılık, İstanbul 1988, s.245-292.’den aktaran Ayşegül Koyuncu Okca, Ayşegül Elibol Tüfekçi, Gizem Erten, “Kaybolmaya Yüz Tutmuş Kültürel Miras:Yorgancılık Mesleğinin Değişim ve Dönüşümü”