Yüksek Gerilim Hattı Almanya
Türk-Alman ilişkilerinde hafta geçmiyor ki yeni bir gerilim patlak vermesin. İki AKP’li bakanın toplantılarının Alman makamlarınca yasaklandığına dair gelen en son haberler, işlerin iyice çığırından çıktığının gösteriyor. Teknik ve güvenlik söylemleri öne çıkarılsa da, iptal kararlarının arkasında siyasi rahatsızlıkların olduğu biliniyor. AKP’li siyasetçilere tavır söz konusu. Demokratik olmayanbaşkanlık rejimi için propaganda yapılmasına tahammülsüzlüğün dışında, Erdoğan ve bakanlarının Almanya’da hiç istenmemesi ne yazık ki siyasal ve toplumsal gerçek olarak karşımızda duruyor. Bu hava her ne kadar etnikçi KürtçüAlman Yeşiller ve Sol Parti haricinde, hepten yabancı düşmanlığı yapan sağ popülist partiler tarafından da körüklense de, Alman halkının Türkiye’ye yönelik hayal kırıklıkları ve tepkileri de rol oynamakda. Türkiye iyi yönetilemeyen, ilkeli siyasetin yapılmadığı, siyasi skandallardan yakasını kurtaramayan, yolsuzluk, kanunsuzluk, adaletsizliğin yaşandığı, terörün kol gezdiği; mezhepçi ve etnikçi kavgalara batmış, darbelerin yaşandığı ülke görünümünde. Erdoğan ve bakanlarına soğuk omuz gösteren Alman siyasilerinin hesapları yine ayrı. Berlin-Ankara arasında son yaşananlara çığ gibi büyüyen tepkilere bakıldığında, Alman halkının Türkiye’yi son 14 yılda enkaza çeviren AKP rejimine sabrı kalmadığı izleniyor. Nihayetinde tatil beldesi huzurlu eski Türkiye’yi kaybetmiş olmayı onlar da hazmedebilmiş değiller.
Türk kökenlilerin en büyük endişesi, AKP’ye tepki olarak Almanya’da yükselen Türk karşıtlığı ile yeniden zemin kazanan ırkçılığın, vahim boyutlara evrilmesi.
“GAZETECİ” VE GAZETECİ
Berlin ve Ankara arasındaki inatlaşmaları hezeyan noktasına taşıyan bir diğer konu da, Alman die Welt Türkiye muhabirinin tutuklanması. Deniz Yücel’in gazetecilik anlayışı gibi solculuğu da tartışılır. Haberlerindeki taraflılık, T.C. karşıtlığı bir çok Türk kökenli okuru die Welt gazetesinden soğutmuştur, o da ayrı. Hiçbir gazeteci işini yaptığı için tutuklanmamalı, dayanaksız savlarla içerde tutulan gazeteciler elbette derhal serbest bırakılmalı... Yücel için Başbakan Merkel’in girişimleri, Alman medyasının sergilediği seferberlik, bana diğer Deniz’lerin hikayesini anımsattı. 2009 güz aylarıydı, Ulusal Kanal’ın Genel yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ve İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya’nın tutuklandığı haberleri geldi. Deniz’i televizyona düşen o karelerde gördüm ilk kez. Güvenlik görevlileri arasında bileklerini havaya kaldırmış, kelepçelerini göstererek “İşte Tayyip Erdoğan’ın basın özgürlüğü bu” diye isyan ediyordu. Deniz ve Ufuk’un suçu Erdoğan’ın akçeli işlerini açık eden bir telefon konuşmasını yayımlamaktı, Başbakan meçhul birine, kızına “20-25 milyar” göndermesi talimatı veriyordu. Türk medyasının üzerine ölü toprağı serpilmişti. Ulusal Kanal ve Aydınlık sayesinde karanlık aralanıyor, Türk kamuoyu bu haberlere vakıf oluyordu. Salt mesleklerini ifa ettikleri, doğruları yazdıkları için Aydınlık camiasından tutuklanan gazetecilerin haddi hesabı yoktu. Hepsi genç bu meslekdaşlar sorgusuz, sualsiz Silivri zindanlarına atılmıştı, azılı suçlu muamelesi görüyorlardı. Tutuklanmalar, çoktan cezaya dönüşmüştü. TSK’nın komutanları, öncü siyasetçiler ve aydınların da, Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşma amacıyla kurulmuş komplolarla içeri atıldığı dönemdi.
SİLİVRİ’DE ZULMÜ GÖRDÜK
Deniz’lerin tutuklanması, 2002’de Cumhuriyet gazetesinden ayrılırken bıraktığım kalemi tekrar elime almamın nedeni oldu. Havuz medyası tutuklanmaları haklı gösteriyordu, dış basın TSK’ya kumpası “Türkiye askeri vesayetten kurtuluyor” yorumlarıyla veriyordu. Silivri’deki hukuksuzlukları örnekleriyle anlatan bir bildiri hazırlayarak Almanya’nın nüfuzlu yayın organlarının bürolarına, Berlin’de partilerin insan hakları sözcülerine, Avrupa Parlamentosu’na ilettim. Telefonla iletişim aradım. Eski bir insan hakları savunucusu olarak kayıtsızlığı acıyla gözlemledim. Suskunluklarında AKP ile açılım ortaklığının da payı olmalıydı. Kimi destekleyeceklerini biliyorlardı, bağımsız Türkiye’nin yurtsever aydını Denizler onlara göre değildi.