Yüksek kur hedefi saptırır

Geçen hafta içinde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz önümüzdeki üç yıl için ekonomik hedef ve beklentileri kapsayan OVP’yi (Orta Vadeli Program) açıkladı. OVP’de üç temel başlık ve üç ek var. Başlıklar; dünya ve Türkiye ekonomisinde gelişmeler, temel amaçlar, makroekonomik hedefler ve politikalar. Eklerde öncelikli reform düzenlemelerine dair başlık dikkat çekiyor. Kamuoyu raporun açıklanmasından sonra önceki programlara göre daha ‘gerçekçi’ olduğu konusunda mutabakata vardı. Batı kökenli banka ve derecelendirme kuruluşları, ortodoks neoliberal lobi OVP’yi olumlu karşıladı. OVP’de dikkat çeken önemli noktalara bakalım.

YÜKSEK KUR ENFLASYON HEDEFİNİ SAPTIRABİLİR

Kamuoyunda en çok gündeme gelen makroekonomik hedefler - ‘fiyat istikrarı’ başlığı ile başlayalım. Metinde kullanılan ‘sıkılaştırma’ ile ‘iç talepte dengelenme sağlanacak’ ifadeleri tüketimin yavaşlatılması, yani faizlerin ve vergilerin daha da artırılması anlamına geliyor. Bu kapsamda önümüzdeki üç yıl için enflasyon hedefi yüzde 33,0, 19,2 ve 8,5 olarak belirlenmiş. Serbest kur rejiminin bu süreçte devam edeceği vurgulanmış ve dolar/TL kurunun önümüzdeki üç yılda ortalama 36,78, 43,93 ve 47,79 olacağı öngörülmüş. Böylesine yüksek kur artışlarıyla enflasyonun düşeceğini ummak gerçekçi değildir. Üstüne üstlük serbest kur rejimi altında döviz manipülatörlerinin yapacağı operasyonlara açık kapı bırakılmışken dolar/TL’nin hedeflenen seviyelerde kalması mümkün değildir. Ayrıca makroekonomik verilerin bulunduğu ek tabloda tahmin edilen ithalat rakamları oldukça yüksektir. Demek ki önümüzdeki yıllarda yüksek döviz talebinin devam etmesi öngörülüyor. Eğer yüklü miktarda sıcak para girişi bekleniyorsa dolar/TL hedefleri tutabilir ancak hedeflenen kur seviyelerinin yan etkisiyle enflasyon daha da yükselecektir. Özellikle 2024’te yüzde 33 enflasyon hedefinin, kur geçişkenliğinin yüzde 50’lere ulaştığı bir ortamda gerçekleşme olasılığı yoktur.

YÜKSEK FAİZLER VE ENERJİ MALİYETLERİ TEHDİT UNSURU

İdeolojik körlük içindeki ortodoks ekonomistlerin yüksek faiz maliyetinin enflasyona etkisini ısrarla göz ardı etme eğilimi var. Oysa BIS’in (Uluslararası Ödemeler Bankası) 2022 tarihli raporu, yüksek enflasyona neden olan önemli maliyet kalemlerinden birisinin yüksek faiz olduğunun altını çiziyor. Enflasyonun yüzde 68 olduğu bir ortamda kredi faizlerinin yüzde 80’lere çıktığını öngörürsek böylesine yüksek faizlerle üretimin sürdürülebilmesi zordur. Yüksek kredi faizlerinden ilk darbeyi KOBİ’ler ve yüksek oranda borçlu olan büyük işletmeler alacaktır. Bunun etkisi ekonominin tahmin edilenden daha fazla yavaşlaması olacaktır. Enerji maliyetlerinin yeniden yükselmeye başlamış olması enflasyon hedefi için başka bir risk unsurudur. Dolayısıyla enflasyon hedeflerini tehdit eden başka bir etken olarak jeopolitik gerginliklerden, üretim kesintilerinden kaynaklanan enerji maliyetlerindeki artışın enflasyon hedefinde sapmaya yol açması ihtimali yüksektir. Tüm bu maliyet kalemleri yükselirken satıcıların enflasyonu olarak adlandırılan şirketlerin ve tekellerin fahiş fiyat artışları yapma eğilimini de ekleyince enflasyon hedeflerinin gerçekleşme ihtimali iyice zayıflıyor, ‘iyi niyetli bir temenniye’ dönüşüyor.

İTHAL İKAMESİ İKİNCİ PLANDA KALMAMALI

Cari açık 2011 yılında ortodoks politikaların etkisiyle yüzde 8,9 ile tarihi en yüksek seviyeye ulaşmıştı. O dönemde çok sayıda üretici şirket iflas etmiş, ihracatçılar ithalatçılığa dönüş yapmıştı. Ancak sonraki yıllarda ihracatı destekleyen politikaların etkisiyle cari açık yıllık ortalama yüzde 3’lere geriledi. Son bir yılda düşen enerji maliyetlerine rağmen artan yüksek tüketim malları ve altın ithalatı cari açıkla ilgili endişelerin yeniden artmasına neden oldu. OVP’de önümüzdeki üç yıl için konulan yüzde 3,1, 2,6 ve 2,3 hedefleri normal şartlarda ulaşılması imkânsız hedefler değildir. Ancak yeniden yükselmeye başlayan enerji maliyetleri ve üretimi köstekleyen yüksek faiz artışları cari açığın daha da büyümesine neden olabilir. OVP’de cari açığın kapatılmasına yönelik olarak yüksek katma değerli üretim, enerji bağımlılığını azaltmaya yönelik adımlar ve bazı sektörlerde ithal ikamesinin ifade edilmesi olumludur. Ancak bu niyet belirtilirken ithal ikamesine daha çok vurgu yapılması daha yerinde olurdu. En temel yapısal sorunumuz olan ihracatın ithalata yüksek bağımlılığına kesin çözüm için daha kararlı adımlar atılması gerekiyor. Aksi halde yüksek cari açıklar, dolarizasyon ve döviz sorunu kalıcı olmaya devam eder.

DÜNYA KÜÇÜLÜRKEN İHRACAT ARTAR MI?

Makroekonomik hedeflerde ‘büyüme’ başlığına gelirsek; Türkiye ekonomisinin son 10 yılda en güçlü olduğu konu ekonomik büyümedir. Türkiye ekonomisi son yirmi yılda ortalama yüzde 5’in üstünde performans gösterdi. OVP’de gelecek 3 yıl içinde dünya ekonomisindeki gerileme beklentilerine rağmen büyüme oranı yüzde 4,0, 4,5 ve 5,0 olarak hedeflenmiş. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için gerekli olan politika ve tedbirler ifade edilmiş. Politika ve tedbirler her biri ayrı ayrı olumlu adımlardır. OVP’den anladığım bu politikalardan bağımsız olarak ihracata dayalı büyüme ve üretim modeline devam edileceğidir. Büyümenin içinde tüketimin azaltılıp üretime ağırlık verilmek istenmesi olumlu bir yaklaşımdır. Ancak dünya ekonomisinin yavaşladığı ve pazarların daraldığı bir süreçte yeni pazarlar hedeflenmeden başta AB olmak üzere aynı pazarlar üzerinden ihracata dayanmanın ne kadar doğru olduğu tartışılır. Öte yandan yüksek faiz artışları sürecinde üreticilerin tökezlemesi olasıdır. Böyle bir süreç üretimin ve büyümenin beklenenden daha da fazla yavaşlaması sonucunu doğurur.

BÜTÇE DİSİPLİNİ DEVAM EDECEK

Türkiye ekonomisinin en güçlü olduğu alanlardan birisi kamu maliyesidir. Nitekim G 20 içinde en iyi bütçe açığı/GSYİH oranına sahip dördüncü ülke Türkiye’dir. Bu başlık altında kamu maliyesinde disiplinin sürdürülmesi konusunda irade ifade edilmiş ve yaşadığımız deprem felaketinin getireceği ek maliyetler gerçekçi bir şekilde kamu bütçesine yansıtılmıştır. Eğer büyüme hedefleri tutturulabilirse hedeflenen vergi gelirlerine erişilmesi mümkündür. Aksi halde bu hedefler tutmayacaktır. Vergi gelirleri içinde en önemli paya sahip olan dolaylı vergi hedeflerinin tüketimin yavaşladığı ve enflasyonun gerilediği varsayıldığında nasıl tutacağı bir soru işaretidir. Mevcut vergiler mi artacak yoksa başka vergi kalemleri mi gündeme gelecek? Vergilemede adalet için verginin tabana yayılması değil (tipik ortodoks söylemdir) dolaylı vergileri azaltılıp doğrudan vergilerin artırılması gerekmektedir. 2000’lerin başında kalmış olan bu ortodoks söylemi Türkiye artık çoktan geride bırakmıştır. Bu köhnemiş söylemin yeniden vurgulanması ve daha yaygın oalrak uygulanması vergide adaletsizliği körüklemek, gelir dağılımını daha da bozmaktan başka bir işe yaramaz.

ORTODOKS POLİTİKALAR KALKINMAYI BALTALAR

Sonuç olarak OVP’de para politikalarında izlenen ortodoks politikaların ekonominin bazı alanlarına da sirayet ettiği görülüyor. Yeni ekonomi yönetimi tüketimi yavaşlatıp ihracatı destekleyerek büyümeyi devam ettirmeyi amaçlıyor. Agresif faiz artışları ile pozitif reel faiz verilmesi ve yabancı sermaye çekilerek cari açığın kapatılması, enflasyonun düşürülmesi, tasarruf ve sermaye ihtiyacının karşılanması öngörülüyor. Ortodoks politikalar mevcut tempo ile devam ederse gelecek yıl yüksek enflasyon, kur artışı ve durgunluk olması kaçınılmazdır. Geçmişte uygulanan ortodoks politikalar nasıl başarısız olduysa bu deneme de başarısız olacaktır. Ekonomi yönetiminin ortodoks deneylerden uzak durup kalkınmacı ve üretimi temel alan politikalara dönmesi, sorunlara gerçek anlamda neşter vurması gereklidir.