Yüksek öğretimde yeni bir sessiz devrim: Doktor öğretim üyesi
YÖK yasa ve uygulamalarında çıkışından bu güne yüzlerce değişiklik yapıldı. Fakat ne YÖK, ne de onun getirdiği üniversite kurumu değişmedi. Nihayet 7 Şubat 2018 tarihinde yeni bir değişikliğin önemli bir adımı gerçekleşti ve yüksek öğretim kurumlarında yardımcı doçentlik unvanını kaldıran yasa teklifi TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu’nda kabul edildi.
OLUMLU YANIT BULAMADIM
Komisyondan geçtiğine göre, yasalaşması an meselesidir. Kuşkusuz siyasilerimiz, bir kısmı da akademisyen olduğunu bildiğimiz komisyon üyelerimiz, mutlaka değerli zaman ve emeklerini harcayarak bu değişikliği yaptılar. Kimsenin bilgi düzeyini, niyetini sorgulamak moda deyimiyle bizim “hakkımız da haddimiz de değildir”. Ancak bu konularda fikir beyan etmeyi bir sorumluluk olarak gören emekli bir akademisyen olarak, yapılanları anlamaya çalışıyorum.
Bu değişim neden yapıldı, özellikle eğitimde kalite adına ne getirecek gibi sorulara olumlu bir yanıt bulamıyorum. Gerçekten Türkiye’de akademik yükselme sistemi sorunlu mu derseniz? Evet. Bununla ilgili olarak ne yapılması gerektiği konusundaki görüşlerimi daha önce kaleme aldığım için burada tekrardan kaçınılmıştır (makalelerime internete adım ve konu yazılarak ulaşılabilir). Konumuz söz edilen düzenleme olduğuna göre, bu yasa ile dünyada böyle unvan yok denerek, yıllardır kullanılan yardımcı doçentlik unvanı kaldırılıp yerine “doktor öğretim üyesi” gibi bir unvan getirilecektir. Aslına bakarsak, Batı’da (ABD ve AB) karşılığı asistan profesörlük olarak yardımcı doçentlik unvanı yaygın olarak kullanılmaktadır. ‘Olsun canım bun da ne var bizde de olmasın’ diyenler çıkabilir. Zaten Türkiye’de YÖK öncesi yardımcı profesörlük gibi bir unvan yoktu. Fakat sistemin kendi içinde bir tutarlılığı vardı. Batı’dan alınmış olmakla birlikte oldukça da milli idi.
NEDEN GEREK DUYULDU?
Ancak bir nedeni olmadan, doğru olmayan bir gerekçeyle, durup dururken bu değişime neden gereksinim duyulduğu sorusu cevapsız kalmaktadır. Ayrıca değişimin getireceği karmaşa ve hu
zursuzluk dikkate alındığında, zararının büyük olacağı kesindir. Peki, “doktor öğretim üyesi” unvanı Batı’da var mı diye sorulabilir. Aslında böyle bir unvan yok. Zaten normalde, doçentler ve profesörler genellikle doktoralıdır, yani bir anlamda bunlara doktor öğretim üyesi demek yanlış olmaz. Yani Batı’da akademik bir ortamda “doktor öğretim üyesi” ifadesini dile getirir veya yazarsanız, bu doğrudan düzeyi farklı da olsa profesör olarak anlaşılabilir. Ancak, Batı’da bazı lise sonrası yüksek okullarda doktorası olmayan ve profesör (asistan, yardımcı veya doğrudan) unvanını taşıyanlar da vardır.
ANLAŞILIR GİBİ DEĞİL
Sürekli dile getirdikleri özerk üniversite anlayışıyla konulara yaklaşması beklenirken, maşallah muhalefette, iktidar partisi ile birlikte ortak önerge vererek “doktor öğretim üyelerinin atanmasında mütalaa (görüş alma) şartının getirilmesini” destekleyerek, üniversitelerin iyice bakanlıklara dönüşmesine ortak olmuşlardır.
Doçentlikte bilim sınavının kalkmış olması tek olumlu değişim olarak görülebilir. Ancak burada da bir açık kapı vardır. Tasarıya göre üniversite isterse sözlü sınav koşulu getirebilecektir. Bu sınav da yine Üniversiteler Arası Kurul tarafından belirlenecek jürilerce yapılacaktır. Yani, bazılarının anladığı gibi sınavın kalkmış olması kesin değildir.
Tasarı ile doçentliğe yükseltmede yabancı dil barajının 55’e düşürülmesi anlaşılır gibi değildir. Kural olarak tümüyle karşı olmama rağmen, yabancı dilde yayın yapmayı temel alan bir akademik yükselme sisteminde 55 puanla bu iş nasıl yapılacaktır. İşin daha vahim tarafı, biliniyor ki 59, 64 veya 69 gibi puanlar aldıkları halde, 60, 65 ve 70 gibi dil engellerini aşamayarak yıllarını ve bazen de maalesef sağlığını kaybedenler buna ne diyecekler. Sebep olanların kulakları çok çınlayacağa benziyor.
Kişisel görüşüme göre bu değişimlerin ne idari, ne mali, ne akademik ne de rasyonel bir düşünce kalıbıyla açıklanması olanağı yoktur. Hele de akademik kalite artırmanın yanından bile geçmez. Vatana millete hayırlı olsun