Yükseköğretimde dönüşüm -(TAMAMI)

2011 seçimlerinden bu yana gökten “dönüşüm” yağıyor. Eğitimde, çalışma hayatında, kentsel yapılaşmada, belediyelerde, milli bayramlarda dönüşüm derken, şimdi de yükseköğretimde dönüşüm sıraya girdi. Anlaşılan, bunu da tekke ve zaviyelerin açılması girişimi izleyecek. İnsana “Yoksa el çabukluğu marifet, yeni bir anayasa çıktı, Devrim Kanunları kaldırıldı da, bizim haberimiz mi yok” dedirten bu durumu anlamaya çalışırken, YÖK’ün “Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru” başlıklı metniyle, Teori’nin Kasım 2012 sayısında yayımladığı Mayıs 2012 tarihli CFR (Council on Foreign Relations-Dış lişkiler Konseyi) raporu imdada yetişiyor.

Anayasayı çiğneme örgütü

CFR raporu, anayasa değişikliğinin yapılamayabileceğini saptadıktan sonra, bu değişiklikten murat edilenin hiç olmazsa çıkartılacak yasalarla gerçekleştirilmeye çalışılması tavsiyesinde bulunuyor. YÖK tarafından ileri sürülen yeni yükseköğretim ilkelerinin tanıtıldığı metinde ise, bu ilkelerin Anayasa’nın ilgili maddelerinin değiştirileceği varsayımı altında hazırlandığı belirtiliyor. Ama ne hikmetse, hazırlayanları tarafından Anayasa’ya aykırılığı beyan edilen yükseköğretimde dönüşüm programı, şimdiden “Yükseköğretim Yasa Taslağı”na dönüştürülmüş durumda. Üstelik bu taslağın Aralık ayında meclis gündemine alınacağı konuşuluyor. Demek ki, 2007’de Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’ya aykırı eylemlerin odağı haline geldiği saptanan AKP iktidarı, yapılan tavsiyeler uyarınca bir “Anayasa’yı Çiğneme Örgütü” gibi davranmaya devam ediyor.

Üniversiteler şirket, rektörler CEO

YÖK’ün yükseköğretime ilişkin ileri sürdüğü ilkeler, “çeşitlilik”, “kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik”, “performans değerlendirmesi ve rekabet”, “mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı” ile “kalite güvencesi”dir. YÖK ilkeleri özgün olmayan “çeviri ilkeler”dir. Bunların hepsi, “küreselleşme”yle birlikte piyasaya sürülmüş ve ABD’deki üniversite işleyişine ilişkin herhangi bir el kitabında bulunabilecek kavramlardır.

Üniversiteye “eğitim, araştırma ve hizmet şirketi”; yarattıklarına “ürün”; üniversite konseylerine “şirket yönetim kurulu”; rektörlere “CEO”; dekan ve bölüm başkanlarına “departman şefi”; öğretim elemanlarına “personel”; öğrencilere ve üniversiteye araştırma sipariş edeceklerle ondan hizmet satın alacaklara “müşteri kitlesi” derseniz, anılan ilkelerin içerik ve işlevleri hemen gözünüzün önünde canlanacaktır. Hal böyle olunca, üniversitelerin “kâr amacı gütmemesi” anlamsız ve hatta tutarsız bir ilkeye dönüşecek ve bu alanın çeşitlilik adına özel ve yabancı “üniversite şirketleri”ne açılması doğal hale gelecektir.

Üniversiteden uzaklaştırılanlar: Bilim, sanat ve Türkiye

Ancak bu imge, Yükseköğretim Yasa Taslağı’nın ardındaki gerçekliğin yalnızca bir bölümünü yansıtmaktadır. Çünkü bu tasarıyla, bilim, sanat ve Türkiye, üniversiteden uzaklaştırılmaktadır. YÖK metninde, üniversiteler “farklı bilim anlayışlarının bir arada varolduğu” mekanlar olarak betimleniyor. Yani ilköğretim öğrencilerine bedava dağıtılan, Newton, Einstein, Darwin ve Freud’u “uyuşuk, tembel, pis, sapık” olarak tanıtan risalenin yaklaşımıyla, Newton, Einstein, Darwin ve Freud üniversitede bir arada varolacak. Bu, olsa olsa koşullar henüz yeterince olgunlaşmadığı için şimdilik bilime katlanır gözükmenin bir dışavurumundan başka bir şey değildir. Bütün karşı devrimlerde olduğu gibi, içine tükürülen sanat da bilimle aynı muameleye tabi tutulmaktadır.

Üstelik getirilen şirket yapısı, başarım ölçütleri ve denetim kuralları, mevcut koşullarda öğretim elemanları üstünde görece uzaktan ve dolaylı olarak kurulan denetimi, yakın ve doğrudan bir markaja dönüştürmenin araçlarıdır.

Bilim öncüdür

Bilim, bir ülkenin önünü açmanın ve geleceği kurmanın temel aracıdır. Bizim Cumhuriyetimizin temelinin harcı da bilimle yoğrulmuştur. Bilimi sipariş üstüne üretim yapan artçı, tekil ve teknik nitelikte bir etkinliğe indirgemek, bilimin en önemli getirilerinden vazgeçmekle eşdeğerdir. Demokrasi ve çoğulculuk adına Ortaçağ’ın bilim karşıtlığına üniversitelerimizde özgürlük tanımak, bilimin yol göstericiliğinden vazgeçmek demektir. Bilimden vazgeçenler ise, Türkiye’nin önünde emperyalist sisteme bağlanmaktan başka bir yol göremezler.

10 Kasım’da saat 8:00’de Tandoğan’da, 9:05’te de Anıtkabir’de buluşmak dileğiyle.