Yunanistan'ın Meis için Mısır'la Lahey'e gitme planı gerçekçi mi?

Yunanistan, bir süredir Doğu Akdeniz'de iddia ettiği haklarına kavuşmanın askeri seçenekler dışındaki alternatiflerini arıyor. Bölgedeki herhangi bir savaş durumundan zararlı çıkacaklarını defaten ifade eden Yunan yöneticiler, kendi egemenlik alanlarını küresel güçlere sunmak suretiyle Türkiye karşıtı bir cephe kurmaya çalışıyor. Bu noktada ABD, İsrail Fransa gibi ülkelere üsler tahsis eden, dev enerji şirketlerine kupon gibi sondaj ruhsatı dağıtan Atina; son olarak İtalya'ya da kendi egemenlik alanı olduğunu iddia ettiği deniz yetki alanlarını altın tepside sundu. Adalar üzerindeki tam etki iddiasından feragat niteliği taşıyan bu anlaşma her ne kadar Atina'nın Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi'nde elini zayıflatsa da, Yunan tarafı masada işleri tersine çevirebileceğini düşünüyor.[1]

Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'deki egemenlik alanlarını genişletme çabalarının merkezinde Meis Adası bulunuyor. Meis Adası ile hemen yanındaki Karaada ve Fener Adası'nın bir takımada oluşturduğunu iddia eden Yunanistan, bu adaların kendine has bir Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) olduğunu ileri sürerek, bu hat üzerinden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Mısır ile anlaşmalar yapmayı planlıyor. Fakat Mısır'ın da Meis'in tam etkisini tanımaması, Yunanistan'ın işini oldukça zora sokuyor. Yunanistan'da son konuşulan seçenek ise Meis sorununun Uluslararası Adalet Divanı (UAD)'nda çözülmesi yönünde. Fakat bunu Türkiye ile yapamayacaklarını bilen Atina, Meis'i Kahire ile birlikte Lahey'e götürmeyi hedefliyor.

MEİS İÇİN MISIR'LA LAHEY PLANI

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, daha önce 'To Vima' gazetesine verdiği bir röportajda Atina ve Ankara’nın Doğu Akdeniz'deki yetki sorununu çözememeleri halinde Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'na gitmeleri gerektiğini söylemişti. Bunun gerçekleşmeyeceğini anlayan Atina, bir süredir Mısır ile Meis sorununu çözebileceğini düşünüyor. Emekli Yunan Koramiral Stelios Fenekos, yeni planı şöyle anlatıyor[2]:

"Mısır’ın Meis'e itirazları varsa, anlaşmazlığı çözmesi için Kıbrıs’la (GKRY) birlikte Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na gidelim. Belki böylece Türkiye de mecburen Doğu Akdeniz ile Ege’deki sorumluluğunu kabul ederek, Divan'a katılmayı talep etmek zorunda kalacaktır. Sadece böyle bir kurumun kararı uluslararası hukukta gerçek bir ağırlığa sahip olacak ve Türkiye’nin Mısır’la acil durum anlaşması imzaladığımıza dair şüphe duymasını zorlaştıracaktır.

Ancak neticede Uluslararası Adalet Divanı, Meis üzerindeki tam nüfuzumuzu tanımayabilir. Lahey’e başvurmak bizim bu konudaki milli duruşumuz/planımız mı? Eğer gerçekten öyleyse, bunun arkasında duralım. Çünkü Doğu Akdeniz’deki sorunları güçlü yasal bir biçimde azaltmanın tek yolu budur.

Ve o zaman Uluslararası Adalet Divanı tarafından onaylanan egemenlik alanlarında Türklerin zorbalığı olmaksızın, araştırmaları ve madenlerin çıkartılmasını sürdürebiliriz."

LAHEY KARARLARI KİMİN İÇİN BAĞLAYICI?

Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 33. maddesine göre, taraflar "müzakerelerden bir sonuç alınamazsa, Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na başvuracağı" konusunda mutabakat sağlamışlar. Birleşmiş Milletler’e bağlı (BM) Uluslararası Adalet Divanı Mahkemesi'ne ait kararlar, taraflar için bağlayıcı nitelikte ve bu kararlara karşı temyiz başvurusu yapılamıyor. Türkiye ile Yunanistan’ın Lahey’e gitmesi içinse Adalet Divanı'na hangi anlaşmazlık konularında mutabık kalındığını gösteren ortak bir tahkimname hazırlamaları gerekiyor. Çünkü UAD’nin bir uyuşmazlık üzerinde çekişmeli yargı yetkisini kullanabilmesi için, uyuşmazlığa taraf devletlerin ortak rızası aranıyor.[3] Dolayısıyla Türkiye'nin rızası olmadan Divan'a gidemeyeceğini bilen Atina, bu kez de Mısır'ı işin içine sokarak Türkiye'nin davaya en azından müdahil olmasını istiyor. UAD Statüsü’nün 62. maddesi "Bir devlet bir uyuşmazlıkta kendisi bakımından hukuksal nitelikte bir çıkarın söz konusu olduğunu görürse, davaya katılmak amacıyla Divan’a başvurabilir" derken, 59. madde Atina'nın planlarının her şekilde suya düşeceğini gösteriyor: "Müdahale talebi kabul edilen bir devlet, uyuşmazlığın tarafı haline gelmemektedir ve bu devletin ad hoc yargıç atama hakkı bulunmamaktadır. Divan’ın kararı ancak uyuşmazlığın tarafları bakımından ve karar verilen dava için bağlayıcıdır."

Yani Yunanistan ve Mısır'ın Lahey'den çıkartacağı kararlar da Türkiye için bağlayıcı nitelik taşımıyor.

ATİNA'NIN LAHEY İKİYÜZLÜLÜĞÜ

Nitekim Yunanistan da daha önce Divan kararlarını tanımadığını defalarca açıkladı. Hatta Yunan devlet bürokrasisi, UAD'ye gitme seçeneğini, almış olduğu kararlar nedeniyle 2015 yılında ortadan kaldırdı.[4] BM Deniz Hukuku Sözleşmesi çerçevesinde bazı uyuşmazlık konularını uyuşmazlıkların çözüm süreci dışında bırakan Atina, BM Güvenlik Konseyi'nin müdahil olduğu uyuşmazlıkların çözümlenmesi sürecine de tabi olmayacağını bildirdi.

1994 tarihli beyanında Atina, gayrı askeri statüdeki Doğu Ege adalarının güvenliği kapsamında, yalnızca "savunma amaçlı askeri faaliyetleri" Divan'ın yargı yetkisi dışında bırakırken, 14 ve 16 Ocak 2015 tarihli yeni bildirimleriyle, UAD'nin yargı yetkisine getirdiği çekincelerini karasuları, hava sahası ve egemenlik sorunlarını da kapsayacak şekilde genişletti.

Daha önce UAD'nin kararlarını tanımayan Atina'nın bugünlerde Kahire ile Lahey'e gitme isteği, Türkiye üzerindeki uluslararası baskıyı artırmanın bir kaldıracı olarak değerlendiriliyor.

PEKİ LAHEY'DEN NASIL BİR KARAR ÇIKAR?

Türkiye için en kötü senaryoda dahi Meis'e tam etki tanınması beklenmiyor. Uluslararası Adalet Divanı'nın daha önce benzer uyuşmazlıklarda Türkiye lehine verdiği tam 17 karar bulunuyor.[5] Ters tarafta kalan adaların kıtasahanlığının yalnızca karasuyu ile sınırlı olabileceğini belirten UAD, coğrafyanın değiştirilmemesi, hakkaniyet ve kapatmama gibi BMDHS ilkelerine[6] sadık kalmış.

Ayrıca UAD kararlarının yanında, Meis'in statüsü hakkındaki tartışmalar da Türkiye'nin tezlerini destekliyor. Yani Meis, Karaada ve Fener Adası'nın bir takımada oluşturabilmesi için, öncelikle birer ada olmaları gerekiyor. Kendi ekonomisini üretemeyen, yerleşik bir halkı bulunmayan, büyüme potansiyeli sınırlı olan bu üçlü için kaya demek daha gerçekçi görünüyor. Her ne kadar Yunanistan 2006 yılında başlattığı iskan politikası ile bu kayalara insan yerleştirmeye ve yatırım yapmaya başlamış da olsa, Güney Çin Denizi Tahkimi Davası'nda verilen karar, adaların modernizasyondan önceki durumlarının esas alınması gerektiğini belirtiyor.[7]

Diğer yandan Fener Adası ve Karaada'nın mülkiyeti de başka bir tartışma konusu.[8] Bu iki kaya parçasının mülkiyeti hiç zaman isimleri sayılarak Yunanistan'a devredilmemiş. Şöyle ki; Meis ile birlikte Menteşe Adaları bölgesinde yer alan 13 ada ve buna bağlı adacıklar, Lozan Barış Antlaşması’nda isimleri sayılarak İtalya’ya devredildiler. Bölgede bulunan diğer iki müstakil kaya olan Karaada ve Fener Adası ise Lozan’da egemenlik devrine konu olmadı. 4 Ocak 1932 tarihinde Türk-İtalyan Sözleşmesi ile Karaada ve Fener Adası’nın egemenliği İtalya’ya devredildi. İtalyanlar, Türkiye’nin Lozan’da kendilerine devrettiği adaları 1947 Paris Barış Antlaşması’yla Yunanistan’ın egemenliğine bıraktı. Fakat bu devirde, 1932 tarihli Türk-İtalyan Sözleşmesi’ne herhangi bir atıf yapılmadı. Yani Meis’in yanındaki kayalar, Paris Barış Antlaşması’nın akit devletleri içinde bulunmayan Türkiye’nin rızası dışında, Lozan’ın tek taraflı genişletilmesiyle, hukuksuzca devredildi. Ayrıca, Paris Barış Antlaşması’nda sözü edilen Meis’e bağlı “bitişik adacıkların” hangileri olduğu, ne antlaşma metninde ne de ekli haritalarında somut olarak belirtilmedi.

MEİS GERÇEĞİ

Meis Adası, Kaş'ın 2 kilometre uzağında bulunan, 9 kilometrekarelik bir ada. Nüfusu 1951 nüfus sayımında 800 kişiyken, 1981 sayımında 222 kişiye düşmüş, iskan politikasının ardından 2011 nüfus sayımında 490 kişiye yükselmiş.[9] Ekilebilir arazisi ve suyu olmadığı için eskiden Harmansız Ada olarak anılırmış. Tarihi açıdan da buradaki halkın geçimini balıkçılık, gemicilik ve süngercilikle sağladığı, ticaretin ise Anadolu ile yapıldığı görülüyor. Dolayısıyla Meis'in ekonomik yaşam bağlamında Anadolu’ya ve çevreye bağlı bir yapısının söz konusu olduğu açık.

Meis'in dışarıdan kaynak tedariki olmaksızın, ekonomik anlamda tek başına ayakta kalma ihtimali bulunmuyor ve bunun, BMDHS’nin 121/3. maddesinde yer alan şartlar bağlamında hukuki sonucu bulunuyor.

Ayrıca Meis, en yakın Yunan Adası olan Rodos’a 72 mil uzaklıkta, Anadolu sahillerine ise yalnızca 1 mil uzaklıkta yer alıyor.

SONUÇ OLARAK

Yunanistan, Doğu Akdeniz ve Ege'de askeri açıdan Türkiye'ye karşı herhangi bir kazanım elde edemeyeceğini görüyor. Bu nedenle düne kadar Uluslararası Adalet Divanı'nın yargı yetkisini tanımayan Atina, bugün Mısır ile Meis konusunda UAD'ye giderek yeni bir diplomatik atak yapma hayalleri kuruyor. Uluslararası Adalet Divanı'nın Meis'e tam olmasa da sınırlı bir etki verebileceğini düşünen Atina, bunun üzerinden yeni sınırlandırma anlaşmaları yapmayı ve sondaj ruhsatları vermeyi hedefliyor.

Türkiye ile herhangi bir sınırlandırma sorunu olmayan Kahire'nin ise Yunanistan'ın dümen suyuna girmesi durumunda çok ciddi bir deniz yetki alanı kaybı yaşayacağı görülüyor. Türkiye her ne kadar askeri anlamda bölgedeki haklarını korusa da, Mısır'ın böyle bir hataya düşmemesi için, Kahire ile gerekli diplomatik temasları başlatması gerektiği değerlendiriliyor.

KAYNAKLAR:
[1] https://www.militaire.gr/quot-pame-chagi-gia-kastelorizo-mazi-me-tin-aigypto-quot-i-elliniki-stratigiki-o-al-despotopoylos-analyei/
[2] https://www.aydinlik.com.tr/bir-yunan-amiral-in-hezeyanlari-210409#1
[3] http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2015-117-1470
[4] Cihat Yaycı, Doğu Akdeniz'in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye, Kırmızı Kedi, 2020, s.64-65-66-67
[5] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/622824
[6] https://denizmevzuat.uab.gov.tr/uploads/pages/uluslararasi-sozlesmeler/denizhukuku.pdf
[7] http://static.dergipark.org.tr/article-download/bb17/cc72/db6a/5ced10b3d26f9.pdf
[8] https://www.aydinlik.com.tr/rumlarin-istekleri-hukuktan-yoksun-turkiye-mart-2018#2
[9] Sırrı Erinç/Talip Yücel, Ege Denizi: Türkiye ile Komşu Ege Adaları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1988, s.67