Yurttan sesler...
Halk arasında sıkça kullanılan bir söz vardır, “Araba devrilince yol gösteren çok olur” diye... Çoğunlukla “öncesinden” bilinmeyen, kestirilemeyen, farkedilip, değerlendirilemeyen kimi olay ve olgular üzerine söylenir. TV’deki haber programlarını izlerken, nedense hep bu söz aklıma gelir...
Beş on kişiyle sınırlı, hep aynı kişilerin, her bir konuda, yorum yapma cesaret ve alışkanlıklarını sürdürmelerine zemin ve ortam hazırlayan bu haber programlarında, “yurttan sesler” olarak adlandırdığımız bilinen kadro, Orta Doğu sorunundan ABD seçimlerine, küresel ısınmadan, perehistoryaya, para psikolojiden ephemeraya dek, akla gelen ve gelmeyen her bir konuda, durmadan, dinlenmeden, haftanın beş, bilemediniz altı günü, yalnızca Türkiye’yi değil adeta tüm dünyayı, tüm evreni kurtarırcasına - çoğu bilenen doğruları yineleyerek- yorum yapıyorlar.
Bu malum kadronun yorumlarını, olaylardan-olgulardan önce ve olay ve olgulardan sonra olmak üzere ikiye ayırmak mümkün. İlkinde atış serbest, ikincisin de ise toplamak, yanılgı paylarının ardına gizlenerek -sözüm ona bilimsel mazeret üretmek- zorunlu. İşte “atmak ile “zorunlu” olanın arasına ise “Araba devrilince yol gösteren çok olur” sözü “cuk” diye oturuveriyor. Hatta kimi zaman “ben söylememiş miydim...” pişkinliğine rağmen,,,,
Bu bilinen durumun ortaya çıktığı en somut örnek ise hiç kuşku yok ki seçimler...Birileri çıkıp da görüntülü olarak seçim öncesi ve sonrasında, bu haber programlarında görünmeyi alışkanlığın da ötesinde neredeyse bir meslek konumuna getiren kimi bilim adamlarının, gazetecilerin, akademisyenlerin, ve özellikle de politikacıların söylediklerin bir kurgu yapsa, neler neler ortaya çıkmaz ki? İnanın, bu kurguda yer alan malum kişilerin bile “bu kadarına da pes...” diyeceklerini duyar gibi oluyorum.
Bizim toplumumuzda bir alanda ya da konuda uzman -dahası popüler olunca- otomatikman her konuda fikir beyan etme konumuna gelmiş ya da getirilmiş oluyorsunuz. Hele hele, isimlerinin önünde toplumca önem gören, ya da önemsenen statü belirtici kısaltmalar varsa.
Her konuda, hep aynı kişilerin, farklı kanallarda, günün her gecesinde, saatlerce uzun uzadıya yorum yapmaları elbet ki kolay bir şey değildir... Üstelik bu kişilerin her birinin de meşgul insanlar olduğu düşünüldüğünde... Örneğin, rektörden dekana, doçentten profesöre dek çeşitlilik gösteren akademisyenlerin durumunu insan ister istemez merak ediyor, bu akademisyenler ne zaman “ülkeyi” ve de “dünyayı” kurtarma zamanlarından arda kalan zamanlarında kendi mesleklerini icra edebilecek zamanı bulabiliyorlar. Oturup bilimsel makale ya da kitap yazabiliyorlar? Hatta ve hatta evlerinde, ailesiyle birlikte, bırakın bir gece sinema ya tiyatroya gitmeyi, birlikte yemek yeme zamanına sahip olabiliyorlar? ....
Tabii ki bu durum yalnızca TV haber programlarının gedikli akademisyenleri ile sınırlı değil. Her gece evlerimize konuk olan diğer meslekteki bilinen kişiler için de geçerli...
Her gece, farklı konularda, hep aynı kişilerin; durmadan, dinlemeden, bıkmadan, usanmadan, uzman olsun olmasın, her konuda, her koşulda, saatlerce konuşması, tartışması, fikir beyan etmesi sanırım yalnızca bizim ülkemizin TV’lerine özgü bir şey.
Sakın yalnız anlaşılmasın. Amacım kimseyi ya da bir mesleği rencide etmek değil. Ayrıca bir kısmını büyük keyifle de izliyorum. Beni rahatsız eden - yoksa korkutan mı diyeyim- tek şey ise; bu programları takip eden gençlerin, aynı meslekten olan diğer kişilerin, ya da tartışılan konuların gerçek uzmanlarının, bir noktadan sonra, 80 küsur milyonluk ülkede bunlardan başka hukukçu, siyaset adamı, gazeteci, bilim adamı, araştırmacı, hocası, öğrencisi, profu , doçenti asistanı vs... yok mu, diye benim gibi “garip” ve “yersiz” bir düşünceye kapılmış ve de kapılacak olmalarıdır....
Hani yine bir zamanlar birilerince sıkça söylenen “ biz Osmanlıyız bizden çoook adam çıkar” sözü var ya, meğerse o da bir kuyruklu yalanmış...