Yüzüncü yılında tarım
Tarım yıllardır ülkemizde sorunlarla gündeme gelmiş bir konudur. Kamuoyunun belleğinde tarım ile ilgili oluşmuş olan bir algı vardır. Bu konuda en önemli ve belirleyici ifade şudur: "Dünyada kendine yeten 7 ülkeden biriydik ama şimdi dışa bağımlı olduk!" Kendine yeten 7 ülke, 90'lı yıllara kadar dillerde dolaşan kalıplaşmış sloganvari bir ifadeydi. Kendine yetemeyen duruma neden geldiğimizi ve yeniden kendine yetebilmek için neler yapmamız gerektiğini Aydınlık'ta, Ulusal Kanal'da ekonomistlerimiz, ziraat mühendislerimiz, uzmanlarımız anlattılar, biz de bu köşede ve "Üreten Türkiye" programında anlatmaya çalışıyoruz.
UMUTSUZ DEĞİLİZ
Evet geçmişte büyük yanlışlar yapıldı, halen de yapılmakta. Bugün Türkiye'nin tarımsal üretimi ve dolayısıyla gıda güvenliği önünde önemli yapısal sorunlar bulunmaktadır. Bu durum çarşıya, pazara pahalılık olarak yansımakta, çiftçi hak ettiğini kazanamamaktadır. Tarla-bahçelerimiz parçalı, üretim alanları küçük ölçekli, meralar ve tarım arazileri işgal edilmekte, çiftçi örgütsüz, tarımsal KİT'ler ve tarım satış kooperatifleri birlikleri satılmış, kapatılmış ya da etkisizleştirilmiş, girdi maliyetleri tavan yapmış, çiftçi ürettiğini pazarlayamayan duruma gelmiştir. Bu durum Atatürk'ün gençliğe hitabesinde geçen "Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir" ifadesine ne kadar da benziyor değil mi? Emperyalizm geçmişte nasıl cebren ve hile ile bütün kaleleri zapt ettiyse Cumhuriyet döneminde de Atatürk'ten sonra gelen iktidarlar ne yazık ki büyük önderin ifadesiyle "şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit ederek" üretimin kaleleri olan kamu iktisadi teşekküllerini zapt etmiş ve üretim ordusu olan çiftçilerimizi dağıtmıştır. Atatürk'ün 1927 yılındaki hitabesinde şu da anlaşılmalıdır; sadece askeri değil ekonomik olarak da bir saldırıya maruz kalınabilir fakat asla umutsuzluğa kapılınmamalıdır. O imkânsızlıklar içinde dahi ordu bulan, silah bulan, giysi bulan millet bugün çok daha fazlasını başarabilir. Çiftçilerimiz içinde de umutsuz insanlar var. Tarım bitti diyenler var. Bu umutsuz ruh hali ve yıkıcı ifadeler de en az emperyalizmin ve onu işbirlikçilerinin kalelerimizi zapt etmesi kadar tehlikelidir. Yeniden ayağa kalkmanın ve üretmenin önündeki en büyük engel dış olumsuzluklar değil içimizdeki umutsuzluktur.
24 milyon hektar ekilebilir tarım arazisine, sayısı 2 milyonu aşan dünyanın en çalışkan çiftçisine, 1 milyon 300 bin adet traktöre, akarsulara, verimli topraklara, güneşe, iklime sahip olan Türkiye'de umutsuzluğa gerek yoktur fakat çalışmaya ihtiyacımız vardır. Topraklarımızın büyük sulama projeleriyle sulanmasına, devletçi tarım politikalarına, çiftçilerimizin örgütlenmesine ve bir toprak reformuna ihtiyacımız vardır. Yüzüncü yılında Türkiye ekonomik, siyasi, güvenlik konularında olduğu gibi tarımda da bu olumsuz durumda olmamalıydı ama oldu ne yazık ki. Bundan sonra önümüze bakmalıyız. 2030 tahminlerinde Türkiye'nin dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacağı ifade ediliyor. Atatürk'ün çizdiği yolda ilerleseydi çoktan lider olacağı bu ekonomik yarışta Türkiye'nin yapması gereken çok üretmektir. Fakat unutulmamalıdır ki çok üreterek gelişmiş bir ekonomiye sahip olmak için de tarımımızın gelişmiş olması gerekmektedir. Tarımımızın sorunlarını çözmeden ekonomik olarak gelişmiş güçlü Türkiye'yi yaratamayız.
YENİ BİR DÜZEN KURULUYOR
Dünyada ve bölgemizdeki koşullar ve gelişmeler gösteriyor ki yeni bir düzen kuruluyor. Bu yeni düzende ABD'nin kabadayılığı üzerine kurulmuş sömürü sistemi çöküyor. Türkiye'nin de içinde bulunduğu mazlum milletler zincirlerini kırıyor. Artık sömürülen, borçla, sıcak parayla tembelleştirilmiş milletler üretime yöneliyor. Ürettikçe özgürleşiyor, özgürleştikçe büyüyorlar. Türkiye'yi yönetenler istemese de ayak da direseler, korksalar da Türkiye üreten, özgürleşen ve hakça bölüşenlerin birleştiği Asya cephesinde yerini alma yolunda ilerlemektedir. O zaman mesele liderlik meselesidir. Bu dinamizme liderlik edebilmek daha büyük bir ivme yaratacaktır. Bugün AKP bu dinamizmi tam olarak anlamış mıdır? Öyle görünüyor ki hayır. Zaptedilmiş kaleleri kurtarmak, üretim ordusunu yeniden toparlamak ve üreticinin, emekçinin önünü açmak için gerekli adımları atmakta gecikmektedir. Türkiye ikinci yüzyılına tarımın sorunlarını sırtında bir yük olarak taşıyamaz. Bu yükü bıraktığında yakalanacak ekonomik büyüme muazzam olur.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı kutlu olsun.