Zabıtalarla McKinsey el ele mutlu-mesut günlere!

Lafı uzatmadan bir kez daha söyleyelim. Bu kafayla, bu gidişatın sonu ekonomide yıkımı (crash) getirecek korkarız ki.
Zaten dün açıklanan -son 15 yılın en yüksek- Eylül ayı enflasyonu bunun açık bir göstergesi niteliğinde ne yazık ki.
Ancak, vahim gelişmeleri öyle hafife alıyorlar ki, belediye zabıtalarına, güya stokçulara baskın yaptırtarak ve de “Eyy! ABD’li” Danışmanlık Firmasına açıkladıkları programın “komiserliği” görevini vererek, bu ekonomik çöküşü aşabileceklerini sanıyorlar hala.
Üstelik çıkıp kamuoyuna, “en kötüsü geride kaldı” diyerek psikolojik harekat sayılabilecek türden açıklamalar bile yapıyorlar.
Bilmiyorlar ve görmüyorlar ki, ekonomide krizin henüz eşiğindeyiz. Yani “turbun büyüğü heybede”. Geçen yıllarda 1 yılda gerçekleşen enflasyon oranı, artık 1 ayda görülmeye başladı. Öyle ki, örneğin; 2009 yılında yıllık yüzde 6.5, 2012 yılında yıllık yüzde 6.1 oranında gerçekleşen enflasyon oranı, bu yıl sadece Ağustos ayında yüzde 6.30 gibi inanılmaz bir orana fırladı.
Yani, dünyanın en kötüsüyüz enflasyonda. Halbuki, enflasyon yoksulu daha da yoksullaştıran en haksız ve adaletsiz vergidir esasında. Gelin görün ki, The Economist dergisinin son sayısında yayınlanan, Arjantin ve Mısır gibi ekonomik krizdeki iki ülke haricinde, gelişmiş ve gelişmekte olan 50’ye yakın ülkenin yıllık enflasyon ortalamasından bile yüksek bizim Ağustos ayı enflasyonumuz.
Ülkeyi sosyo-kültürel olarak Araplaştırıp, eğitimi imam hatipleştirerek, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını yok ederek, kuvvetler ayrılığını rafa kaldırarak, medyayı tek sesli hale getirerek, bürokrasiyi cemaatçi-yobaz ehliyetsiz ve liyakatsız müritlerle doldurarak, off-shore’lara milyarlarca dolar kaçırılması ve vahim yolsuzluk iddialarını umursamayarak gelinen nokta, işte bu ağır ekonomik çöküş tablosu olur kaçınılmaz olarak.
Ortada sadece makro-ekonomik göstergelerdeki anormal kötüleşme yok. Sadece ekonominin acil yapısal çözüm bekleyen meseleleri yok. Ödenmesi ve çevrilmesi gereken ağır dış borç yükü yok. Ortada itibar-kredibilite-inandırıcılık ve demokratik rejim sorunu var. Açıkçası yatırım iklimi yok.
Çünkü Türkiye, tarihinde görülmemiş bir biçimde, uzun süreli ve derin salınımlı, dış borç itişli ve reel sektör odaklı bir ekonomik krizin eşiğine sürükleniyor.
Sert düşüş (hard-landing) denilen ve giderek ekonomik yıkıma (crash) doğru evrilen bir çıkmaz sokağa doğru sürükleniyoruz maalesef.
Kibirli, kifayetsiz, partizan ve kindar bir zihniyet, ülke ekonomisini uçurumun kenarına sürüklüyor.
Meclis’teki muhalefet partilerinin ekonomi sözcüleri ise, hala K. Derviş ağzıyla, nafile neo-liberal ezberleri, çare diye topluma anlatmaya çalışıyorlar.
Neyse üzülmeyelim, kahraman belediye zabıtalarımızın stokçulara yapacağı amansız baskınlarla ve de ABD’li Süpermen’ler McKinsey komiserlerinin denetleyip-gözetleyeceği müthiş ekonomi programıyla nurlu ufuklara varmamıza az kaldı.
Ne diyorlar, sabredin...
Siz bakmayın münafıkların, ünlü ekonomist Keynes’in “uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız” sözünü ikide bir hatırlatmalarına. Sabrediverin 3-5 yıl daha,
Ne de olsa, daha 16 yıllık bir tek parti iktidarı bu.
Özetle; sabır, sabır, ya sabır..!