Zamana dayananlar ve dayanamayanlar
Seksenli yıllarda, kuru poğaça ve açmanın tüm fırın ve pastanelerde sabit fiyattan satılması zorunlu hale getirilir. Ancak belirtilen bu satış fiyatı halen varlığını sürdürmekte olan bir fırın tarafından pek kabul görmez. Çünkü belirtilen fiyat, maliyet fiyatının bile altındadır. Sonunda fırının sahipleri kaliteyi düşürme korkusundan kendilerine şöhret kazandıran bu ürünleri, müşteri yitirmeyi pahasına da olsa satmamaya karar verirler. Uzun süre müşterilerine bu ürünlerin yerini asla almayacak başka ürünler satarlar ve sonunda fiyatlarda serbestlik olunca, yine kendilerini üne kavuşturan kuru poğaçanın satışına başlarlar. Kaliteyi düşürmektense kedilerini var eden ürünü satmamayı yeğleme gibi oldukça güç bir kararı alan bu fırın, tamı tamına 180 yıldır hizmetini sürdürüyor. Hem de çocukluğumuzdaki tatlardan hiçbir ödün vermeden... Hep zamana dayanıklı müesseselerimizin gereği gibi istenen ve arzu edilen sayıda olmamasından söz ederiz. Özelikle de yeme-içme, giyim-kuşam alanlarında koskoca ülkede 100 yılı aşkın müessese sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır. Asırlık tatlardan ve geleneklerden söz edildiği zaman ilk akla gelenler bir kahveci, bir şekerci bir de bozacı olur. Gerisini zorlasak bile getiremeyiz. Zamana dayanıklılık beraberinde kaliteyi, kuşaklar arası ortak beğeni paydasını ve de çağa ayak uydurmayı getirir. Bir ürünün, bir asır ve ötesi bir zaman birimi içinde kalitesini hiç düşürmeden, onca değişim ve dönüşüme karşı ayakta kalmayı başarması aynı zamanda insana duyduğu saygıyı da beraberinde getirir. Acılarla kuşatılmış bir dizi güncel olaylar içinde benim, bir asırlık ömrü olan kuruluşların azlığından yada kaliteden söz etmem biraz garipsenir. Haksız da sayılmazlar. Çünkü yaşamda hiçbir şey ölenlerin acısından daha önemli değildir... Ama bu ölümlerin büyük bir kısmının trafik kazalarından olduğu da bir gerçektir. Evet yine, yüz yıllık kuruluşlar, ve asırlık kalite ile trafik kazaları arasındaki ilişkiden de bir anlam çıkarmayarak bu ne iştir diye de sorabilirsiniz. Aslında bu yazıyı yazma gereksinimi duymam, ülkemizin kara taşımacılığının en eski ve de en kaliteli markalarından biri olan Varan otobüslerinin seferlerini durdurarak, yaşamımızdan çıkmasındandır. Varan’ın kara taşımacılığındaki kalitesinden sanırım kimsenin kuşkusu olmamıştır. Çocukluğumdan beri tercih ettiğim tek şirket bu oldu. Gerçekten de Varan’la seyahat etmek bir ayrıcalıktı. Hem de ufak bir ücret fazlalığıyla sunulan bir ayrıcalık. Varan her hizmetiyle sanki bizde- ki otobüs taşımacılığına gökten zem-bille indirilmiş duygusu veren bir çağdaşlık göstergesiydi. 1940’lı yıllardan bugüne, kimi dönemler on- onbeş kişiyle seferler yaptığı halde kalitesinden hiç ödün vermedi. Satılana, el değiştirmesine rağmen direndi, belki ziyan etti ama, insana ve geçmişine olan saygınlığı hiç azaltmayıp aksine çoğaltarak, kendi alanında bu işin nasıl olması gerektiğinin bir daha yinelenmesi zor bir zamana yayılan örneğini verdi. Yaşamımıza bunca hengame içinde bir anlam veren kimi güzellikleri ardı ardınca hoyratça yitiriyoruz. Önce Emek gitti, ardından İnci Pastanesi, banliyö trenleri, Haydarpaşa Garı derken geçmişin tüm güzellikleri birer birer ayrılarak geçmişe duyulan özlemin birer anıları olmaya başladı. Biz mi zamana dayananları yaşatamayıp yok ediyoruz, yoksa zaman mı bize çelme takarak onları elimizden alıyor. Bilemiyoruz...